Kayıtlar

Unutmak mı, hatırlamak mı? Sizin süper gücünüz hangisi?

Bu yazının şarkısı: Chubina  Unutmak mı,  hatırlamak mı?  Sizin süper gücünüz hangisi? Benim hafızam kötüdür. Her şeyi unuttuğumu iddia edemem tabii ama hafızanın da farklı yetenekleri olduğunu düşünüyorum. Benimkinin yeteneği yön mesela.Gecenin bir vakti bir yere götürseler dönüş yolunu bulurum, haritaları iyi okurum, defalarca iş gezilerine tek başına başka ülkelere gittim ve yıllardır orada yaşıyormuşum gibi hallettim işlerimi. Ama gel gör ki bazı konularda da berbatım. Beni bir grup insanla tanıştır, üçüncü isme geldiğimde birincinin adını unutmuş olurum. Bir gün caddede biri karşıdan gelip boynuma sarılmış bana ismimle hitap edip işyerinden ailemden haberler sormuştu, ben de bozuntuya vermeden cevapladım. Hatta ben de ona sorular sorarak nereden tanıdığımı çıkarmaya çalıştım ama nafile. öpüşüp ayrıldık ve ben hala onun kim olduğunu hatırlamıyorum. Hafızam benimle dalga geçiyor. Sayfalarca replik ezberle...

Paradoks

Geçen gün ilginç bir habere rastladım.     Ne kadar doğru bilmiyorum sonuçta artık günümüz dünyasında her şeyin doğruluk derecesini sorgulamamız lazım. Hatta şimdi bahsedeceğim konu gerçekten sorgulanması gereken bir şey. Ama aklımızın alamadığı şeylerin gerçek olamayacağını düşünmek ne kadar doğru olur?    Haberin Türkçe’ye çevrilmiş hali şöyle:   Fizikçiler, şimdiki seçimlerimizin geçmişteki olayları değiştirebileceğini öne süren bir kuantum etkisi keşfetti, retro nedensellik olarak bilinen bir kavram ortaya atılmış. Bu deneylerde, parçacığın durumu, parçacığın yolculuğu başladıktan sonra alınan ölçüm kararlarından etkilenmiş gibi görünüyor.Bu, zamanda seyahate veya tarihin yeniden yazılmasına izin vermese de, geleneksel neden ve sonuç fikirlerine meydan okuyor ve kuantum gerçekliğinin önceden düşündüğünden daha birbirine bağlı olduğunu gösteriyor.   Haber bu. Açıkçası zamanın geriye doğru aktığına ya da reenkarnasyona inananlara göre bizlerin defalarca h...

Bu bir doğum günü yazısıdır...

Resim
  Biraz önce arkadaşlarımı uğurlarken, kapının önünde ayaklarımıza dolanan kediyi görünce, ona mama vereyim dedim. Başka kediler de geldi.. Hepsine ayrı yerlere mama koydum çünkü bilirsiniz bir şeyler yerken paylaşmayı sevmezler ki biz insanlar bu huylarına söyleniriz sanki kendimiz çok paylaşımcı varlıklarmışız gibi. Neyse konumuz bu değil,  onlar yerken içeri girdim kapıyı kilitledim. Saate baktım, gece yarısı olmuş, doğum günümün ilk dakikaları. Aslında yatmayı planlıyordum, bu aralar biraz abarttım bu işi, önceleri birde yatarken, şimdi bakıyorum da saat ikileri üçleri bulabiliyor. Ama sonra masanın üzerinde beni bekleyen bilgisayarı gördüm, sabahtan beri açıp yazdığım öykülerden birine devam edecektim sözde. Ekranı açtım, sonra yeni bir sayfa açtım ve işte bunları yazıyorum.   20 yıl önce, bloğa bir gün yazmasam kendimi kötü hissettiğim günlerin üzerinden çok geçti. O zamanlar benim için önemli olan şeyleri hatırlamıyorum bile, çok insan silindi gitti, ben bile ...

Başlıksız bir yazı bu…

7 yıl önce yazdım bu yazıyı.  7 yıl Bazen birilerinde onun hareketlerini görüyorum hala, çoğunlukla hayıflanıyorum keşke yaşasaydı da şunları da görseydi diye, hep bir eksiklik… Bazı insanlar hayata renk katarlar, farklıdır onlar, gittiklerinde de dokundukları insanlar için bir renk eksilir hayattan. Dün akşam yetiştirdiği insanlar, çocukluk arkadaşları, müzisyen arkadaşları, ahbapları, anılarını yaşadığı dostları , o anıları anlattığı arkadaşları ve ailesi için bir renk eksildi. Bazen huysuzdu, alıngandı, belki kolay kolay beğenmezdi ama bir o kadar vicdanlıydı, düşünceliydi, eğlenceliydi, gurmeydi, keyif adamıydı, çok farklıydı. Çok güzel de yaşadı, çok zor zamanlar da geçirdi. Ama hayatta çizgisini hiç bozmadı. Ben onun birtanecik kızı oldum, o benim hep gururlandığım diğer babalara hiç benzemeyen birtanecik babam. Dün gece onu hiç beklemediğimiz bir anda kaybettik. Kafamın içinde binlerce ses. Hiç uyuyamadım. Sesler hiç susmuyor. Demek derin acı böyle bir şey. Şimdiden yaşayama...

Buradaki hiçbir insan bilgisi, deneyiminin ötesine geçemez. John Locke

  Şimdiki aklım olsaydı o zamanlar psikoloji okumak isterdim.  Evet bunu sık sık söyler oldum ama koca bir yalan. Yine gider Tekstil veya Moda üzerine bir şeyler okurdum çünkü elime kalemi kağıdı aldığım yaşlardan beri çiziyorum, hayal ediyorum, hayal ettiklerimi giyiyorum. Ama asıl hayıflanan yanım içten içe neden tiyatro eğitimi almadın ki diye soruyor. Hele ki cici anneden tevekkeli tiyatro camiasının içinde büyümüşken. Her okul çıkışı kendimi Nisa Serezli-Tolga Aşkıner ekibinin içinde bulurken. Neyse bu ayrı bir yazı konusu, bunlar için ayrı bir zaman dertlenip yazacağım. Konumuz psikoloji. Hani hakkında hiç bir şey bilmeden ahkam kesmeye bayıldığımız konu. Bu ne cüret bilmiyorum, 3 tane kişisel gelişim kitabı okuyan ordinaryüs profesör gibi dolaşıyor. Oysa başlı başına uzmanlık gerektiren zor bir iş. İnsanlarla uğraşıyorsun dahası mı var? Ama baştan şu konuda anlaşalım, çevremde ne kadar psikoloji okuyan varsa hepsi ayrı bir psikolog ihtiyacında gibi görünüyor. Terzi sökü...

Yazmak

 Düşünüyorum da, bir zamanlar bloguma bir şeyler yazmadığım sadece bir gün bile kendimi kötü hissetmeme sebep olurdu. Şimdi ise aylarca uğramıyorum. Aklıma geliyor bir an, kim bilir ne kadar çok zaman oldu yazmayalı diyorum ve hemen ardından bambaşka, hayatın içinden sözde daha aciliyeti olan bir şey aklıma takılıyor, ve unutup gidiyorum. İçimde uyuyan bir peri kalemi elinde uyuyakalmış gibi. Geçenlerde kitaplığı düzenlerken, yine oradan buradan notlar, kağıtlar, karalamalar çıktı. Kısa hikayeler, başlanıp sonu gelmemiş öyküler, aklımda yer eden kahramanlar, anılar, günlükler… Terkedilmiş çocuklar gibi bekliyorlar orada. Hayal ediyorum, bir gün yazacağım ve bitireceğim. Kimse okumasa bile ben yazıp bitirdiğimi bileceğim ya, o hazzın hiç bir şeye benzemeyeceğine eminim. Bazen de ümitsizliğe kapılıyorum, yazabilecekken yazmadan gideceğim bu diyardan diye. Bu dünya için bir hiç tabii ki bu, ama benim evrenimde benim için dünyayı fethetmek olabilir bir nevi. Hep bir şeyleri beklemekten...

Zaman su gibi...

  Ben sadece bir kaç aydır buralara uğramadığımı sanıyordum. Neredeyse bir yıl olacakmış. Zaman su gibi akıp geçiyor. Evet bu kış için de bahanelerim var. Zaten insanoğlu için bahane bulmaktan daha kolay ne olabilir ki? En kolayı kendini kandırmaktır. En zoru kendine karşı dürüst olmak. Tabii b*kunu çıkarmadan. En çok kendini eleştiren, zorlayan, bazen acımasızca dürüst olan benim radarlar her daim açık, insanların hakkımdaki fikirlerine artık takılmıyor olsam da, dönüp bir inceliyorum hala kendimi, gerçekten öyle mi görünüyorum, neden öyle diye. Hayata kendini geliştirmek ve değiştirmek için geldiğimize, sınıf atlar gibi ruhumuzun öğrendikleriyle bir başka hayata ilerlediğimize inanıyorum. O sebeple boş durmayı hiç sevmiyorum ki son yıllarda telefon elimde boşa geçen milyonlarca dakika için çok pişmanım. Bu satırları yazmayı bitirdiğimde, sabah kahvemi yapıp elime telefonu almayacakmış gibi yazıyorum bunları.  Eeee görüşmeyeli neler yaptın diye soracak olursanız... Tabii ki b...