Kayıtlar

Ruhun incecik çatlakları

İnsan ruhu, porselen bir fincan gibi, dışarıdan bakıldığında sağlam, parlak, hatta gösterişli. Ama içten içe, görünmeyen ince çatlaklarla dolu. Bu çatlaklar, kırgınlıkların, kararsızlıkların ve gelgitlerin izlerini taşıyor. Her biri ayrı bir hikâyenin sessiz tanığı sanki... Kırgınlık, çoğu zaman bir kelimeyle başlar. Söylenmemiş bir cümle, unutulmuş bir selam, yanlış anlaşılmış bir espri, eksik bir ilgi… Zamanla büyür, derinleşir, bir gölge gibi insanın üzerine yapışır, fark etmezsin bile. Ve ne tuhaftır ki, en çok da en yakından gelen kırgınlıklar acıtır. Çünkü insan, en çok sevdiğinden incinir. Kararsızlık, zihnin bir sis perdesi. Gitmekle kalmak arasında salınan düşünceler, bir rüzgâr gibi savurur insanı. Her seçenek, bir ihtimalin yükünü taşır. Ve her ihtimal, bir mutluluğun ya da tam tersi pişmanlığın habercisidir. İnsan, çoğu zaman ne istediğini bilmediği için değil, neyi kaybedeceğini ya da neyi edineceğini bilemediği için karar veremez.  Gelgitler, ruhun en kırılgan aynası....

Acaba ?

Merak, ruhun en gizli odacıklarına sızan, incecik bir fısıltı; ruhumuzun sükûneti reddeden isyankar yanı, uyuyan bir şehri uyandırmaya yeminli bir kıvılcım… Şimdilerde dedikoduya dost olsa da sadece o kadar mı ? İnsan, yaratılışının ilk anından itibaren bu düğümle mühürlenmiş. Gözlerimiz, sadece gördüğümüzü değil, görülmeyeni de arar. Ay’ın karanlık yüzüne duyulan o kadim arzu, yasaklanan meyvenin albenisi, hepsi bu yakıcı sualin bir yansımasıdır: “Peki ya sonra?” Merak, bazen bir diken gibi batar. Kapalı kapıların ardında kimlerin nefes aldığını, duvarların hangi sırları sakladığını bilme arzusuyla yanarız. Bu, bir miktar tedirginliktir de aynı zamanda. Çünkü bilmek, çoğu zaman koruyucu kabuğumuzu çatlatır. Elif Şafak’ın romanlarındaki gibi, her bir sır perdesini araladığımızda, ardında devasa bir kütüphane ya da dipsiz bir uçurum bulabiliriz. Meraklı ruh, bu iki ihtimali de kucaklamayı göze alır.  "Ama ya ben yanılıyorsam?" sorusunun altını çizen o tatlı huzursuzluk hali. O...

“O” kim ?

Pencereyi ben açtım, ortalığı dağıttığı için rüzgara nasıl söylenebilirim ki ? Geçenlerde bir arkadaşım Instagram gönderilerine bayılıyorum dedi. Evet dedim ben de seviyorum, sevdiğim için paylaşıyorum ama tabii ki hayat bu renkli eğlenceli mutlu karelerden ibaret değil. Onlar hayatın içinden hatırlamak istediğim anlar sadece. Sanırım Instagram‘ı bir günlük gibi tutuyorum. Oraya koyduğum fotoğraflar geriye dönüp baktığımda o gün neler yaptığımı neler hissettigimi, altındaki notlar ise o güne dair neler düşündüğümü yazdığım birer günlüğe dönüşüyor. Bazen uzun zamandır görüşmediğim bir arkadaşım oraya tek bir cümle dahi    yazdığında o bağ tekrar kuruluyor. Paylaştığım bir hikaye birisine ilham verebiliyor. Bana bunu yazdıklarında da mutlu oluyorum tabii. Hayattan öğrendiklerimi paylaşmayı, onu okuyan insanların fikirlerini merak ediyorum. Siz sadece fotoğrafı görüyorsunuz ben o fotoğrafa dönüp baktığımda o gün hissettiklerimi hatırlıyorum iyi ya da kötü anıları. Kaydırarak önüm...

Küçük mutlu anlar

Resim
  Hayat akıp giderken bizi mutlu eden şeylere ne kadar zaman ayırabiliyoruz? Normların, görevlerin, alışkanlıkların dışına çıkarak bizi gerçekten mutlu edecek şeylerin ne kadar farkındayız ki zaman ayırabilelim? Misal, en son ne zaman mutlu oldunuz? En son ne zaman öyle hissettiniz? Ya da şöyle sorayım, mutluluk bir süreç midir, yoksa bir sonuç mu? Bu soruya bakış açımız bile cevabımızın ne olabileceğini gösteriyor. Bu aralar beni mutlu eden çok şey var. Gizli gizli teşekkür ediyorum yaradana. O da aferin kızıma diyor ki bir ufak sürpriz daha yolluyor bana. Tabii ki hayatımda beni zorlayan, üzen, kıran da çok şey oluyor ama sanırım burada asıl olan onlara odaklanmamak. Açıklama yaparak yaşamak yerine akışına bırakarak nefes almak. Bayılıyorum o söze. "İnsan umursamadığı her şeyin galibidir.". Gerçekten filmde geçiyor mu bu replik bilmiyorum ama ilk duyduğumda her ne kadar hoşuma gitse de uzun bir süre bunu nasıl yapabileceğimi bilem...

Unutmak mı, hatırlamak mı? Sizin süper gücünüz hangisi?

Bu yazının şarkısı: Chubina  Unutmak mı,  hatırlamak mı?  Sizin süper gücünüz hangisi? Benim hafızam kötüdür. Her şeyi unuttuğumu iddia edemem tabii ama hafızanın da farklı yetenekleri olduğunu düşünüyorum. Benimkinin yeteneği yön mesela.Gecenin bir vakti bir yere götürseler dönüş yolunu bulurum, haritaları iyi okurum, defalarca iş gezilerine tek başına başka ülkelere gittim ve yıllardır orada yaşıyormuşum gibi hallettim işlerimi. Ama gel gör ki bazı konularda da berbatım. Beni bir grup insanla tanıştır, üçüncü isme geldiğimde birincinin adını unutmuş olurum. Bir gün caddede biri karşıdan gelip boynuma sarılmış bana ismimle hitap edip işyerinden ailemden haberler sormuştu, ben de bozuntuya vermeden cevapladım. Hatta ben de ona sorular sorarak nereden tanıdığımı çıkarmaya çalıştım ama nafile. Öpüşüp ayrıldık ve ben hala onun kim olduğunu hatırlamıyorum. Mesela sayfalarca replik ezberlerim ama şarkı sözlerini ...

Paradoks

Geçen gün ilginç bir habere rastladım.     Ne kadar doğru bilmiyorum sonuçta artık günümüz dünyasında her şeyin doğruluk derecesini sorgulamamız lazım. Hatta şimdi bahsedeceğim konu gerçekten sorgulanması gereken bir şey. Ama aklımızın alamadığı şeylerin gerçek olamayacağını düşünmek ne kadar doğru olur?    Haberin Türkçe’ye çevrilmiş hali şöyle:   Fizikçiler, şimdiki seçimlerimizin geçmişteki olayları değiştirebileceğini öne süren bir kuantum etkisi keşfetti, retro nedensellik olarak bilinen bir kavram ortaya atılmış. Bu deneylerde, parçacığın durumu, parçacığın yolculuğu başladıktan sonra alınan ölçüm kararlarından etkilenmiş gibi görünüyor.Bu, zamanda seyahate veya tarihin yeniden yazılmasına izin vermese de, geleneksel neden ve sonuç fikirlerine meydan okuyor ve kuantum gerçekliğinin önceden düşündüğünden daha birbirine bağlı olduğunu gösteriyor.   Haber bu. Açıkçası zamanın geriye doğru aktığına ya da reenkarnasyona inananlara göre bizlerin defalarca h...

Bu bir doğum günü yazısıdır...

Resim
  Biraz önce arkadaşlarımı uğurlarken, kapının önünde ayaklarımıza dolanan kediyi görünce, ona mama vereyim dedim. Başka kediler de geldi.. Hepsine ayrı yerlere mama koydum çünkü bilirsiniz bir şeyler yerken paylaşmayı sevmezler ki biz insanlar bu huylarına söyleniriz sanki kendimiz çok paylaşımcı varlıklarmışız gibi. Neyse konumuz bu değil,  onlar yerken içeri girdim kapıyı kilitledim. Saate baktım, gece yarısı olmuş, doğum günümün ilk dakikaları. Aslında yatmayı planlıyordum, bu aralar biraz abarttım bu işi, önceleri birde yatarken, şimdi bakıyorum da saat ikileri üçleri bulabiliyor. Ama sonra masanın üzerinde beni bekleyen bilgisayarı gördüm, sabahtan beri açıp yazdığım öykülerden birine devam edecektim sözde. Ekranı açtım, sonra yeni bir sayfa açtım ve işte bunları yazıyorum.   20 yıl önce, bloğa bir gün yazmasam kendimi kötü hissettiğim günlerin üzerinden çok geçti. O zamanlar benim için önemli olan şeyleri hatırlamıyorum bile, çok insan silindi gitti, ben bile ...