Acaba ?
Merak, ruhun en gizli odacıklarına sızan, incecik bir fısıltı; ruhumuzun sükûneti reddeden isyankar yanı, uyuyan bir şehri uyandırmaya yeminli bir kıvılcım… Şimdilerde dedikoduya dost olsa da sadece o kadar mı ? İnsan, yaratılışının ilk anından itibaren bu düğümle mühürlenmiş. Gözlerimiz, sadece gördüğümüzü değil, görülmeyeni de arar. Ay’ın karanlık yüzüne duyulan o kadim arzu, yasaklanan meyvenin albenisi, hepsi bu yakıcı sualin bir yansımasıdır: “Peki ya sonra?” Merak, bazen bir diken gibi batar. Kapalı kapıların ardında kimlerin nefes aldığını, duvarların hangi sırları sakladığını bilme arzusuyla yanarız. Bu, bir miktar tedirginliktir de aynı zamanda. Çünkü bilmek, çoğu zaman koruyucu kabuğumuzu çatlatır. Elif Şafak’ın romanlarındaki gibi, her bir sır perdesini araladığımızda, ardında devasa bir kütüphane ya da dipsiz bir uçurum bulabiliriz. Meraklı ruh, bu iki ihtimali de kucaklamayı göze alır. "Ama ya ben yanılıyorsam?" sorusunun altını çizen o tatlı huzursuzluk hali. O...