Kayıtlar

Temmuz, 2006 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Ben göz doktoruna gittim ama ya gerçekten aciliyetle gitmesi gerekenler ?

Resim
Cuma günü göz doktoruna gittim, lensleri değiştirme zamanım geldi diye hayıflanırken, o bana bir süre lens takamayacağımı, bazı damlalar kullanmam gerektiğini ve gözlük almam için reçete hazırlayacağını söyledi. Velhasıl minicik bir gözlüğüm var artık, ama alışkanlı yok ya, şu anda gözümde değil çantamdalar. Cuma akşamı, eşimin iş yerinden arkadaşlarımıza, çaya davetliydik. Çalışma hayatından sonra evde sıkılan arkadaşımız envai çeşit hamurişi hazırlamıştı. Bunu tahmin ederek pek bir şey yemeden gittiğim halde, pişman olacağım kadar yiyerek, haftasonu başka bir şey yemeyeceğim diye kendimi telkin ettim. Cumartesi akşam üzeri bir başka arkadaşıma soluklanmaya gittiğimde bu sözümü çoktan unutmuştum. Artık hamur işlerinin ağırlığı ve pişmanlığından mı yoksa gerçekten etrafta hiç bir şey kalmadığından mı bilmem, indirim afişlerini gözüme sokan mağazalara rağmen hiç bir şey beğenemedim. Beğendiğim ama nerede ne zaman giyeceğimi pek bilemediğim bir kaç şeye de indirimde asgari ücret fiyatı ...

Hep aşk vardı.

Bu kitapta şimdiye kadar okuduğum tüm aşklar içerisinde beni en çok Yıldız Kenter- Şükran Güngör aşkı etkiledi. Hayata birlikte tutunmaları, birbirlerine duydukları sevgi ve saygı, onca senelik romansla dolu evlilik... Yıldız Kenter'in "Hep aşk vardı" adlı oyununda anlatılanlar, birbirlerine yazdıkları notlar ve mektuplar, en çok da son nefesini verirken bile bencillik edememeleri.Sanki sonsuza dek yaşayabilecek olsalar, yine sonsuza dek sürebilecek,46 yıla sığamamış koskoca bir aşk. Eşinin, sevgilisinin, her şeyinin ardından yazılmış ve hala yazılmakta olan mektuplar... Canım'a ilk mektup, Şükraaan ! Canım, Güzelim, Bebeğim, Koca kafalım, Kara adamım, Eğri bacaklım, Yakışıklım, Bunları çabucak arka arkaya sıraladığımda gülerdin mutlaka.İnanılmaz güzellikte bir gülüş...Mahmut'un çektiği resimdeki gibi...En İyi Oyuncu ödülünü aldığında, sevinçle kucaklaştığımızda çekilen fotoğrafımızdaki gibi...O resimlere ve kafamdaki sonsuz resimlere baktığımda, büyük acıma senin...

Seni kimler aldııı, kimler öpüyor seniii

Resim
Size de olur mu? Kimi eşyalarınıza bağlanmak. Alışkanlıkları bir yana bırakın,benim bahsettiğim değer verdiğiniz şeyleri gönülden sevmek, onlara sanki can vermek. Ben de oluyor. En çok da arabalara. İlk arabamızı eşim yeni evlendiğimizde alıp getirmişti. Ben onu beklerken, o elinde anahtarlarla içeriye girdi. Evlenirken,evimize giren iğneye kadar kendimiz aldığımız için, bir sürü borcumuz, harcamamız vardı, daha zamanı değildi.Ama bu davetsiz misafiri zamanla çok sevdim, ilk sahibi olmamamıza rağmen bizi hiç yolda bırakmamasını, kullanımının kolay oluşunu, bize hiç dert çıkartmamasını sevdim. Sanki zorlandığımız o günlerde bizimle birlikte o da çalışıp didiniyor, kahrımızı çekiyordu. Uzun yolculuklardan sonra bizi sağ salim, sorunsuz getirdiği için teşekkür ederdim. Hiç beklemediğim bir anda hayatımıza girişi gibi birdenbire de hayatımızdan çıktı. Eşimle satalım diye bahsederken, bu kadar kolayca gideceğini beklemiyordum. Vedalaşamadım bile. Sonra beğendiğimiz yeni bir araba aldık. On...

Savaşlar olmasın, çocuklar ölmesin, anneler ağlamasın...

Resim
Yanı başımızda bir savaş yaşanıyor. Bizim jenerasyonun hiç yaşamadığı, ama hayatımız boyunca bir yerlerde var olan, haberlerini takip ettiğimiz bir vahşet. Afganistan, Irak, Filistin. Her daim bir yerler kanıyor, birileri ölüyor, sakatlanıyor, ya bedeni, ya ruhu kapanmayacak yaralar alıyor. Ortadoğu kaynıyor. Müslümanlık veya ırklar üzerine değil yazacaklarım. Çünkü dinlerin, dillerin ve renklerin insanları ayırmaması gerektiğine inanıp, herkesi olduğu gibi kabullenebiliyorum. Haklı veya haksız rollerini de paylaştırmayacağım, elbet benim de bir gözlerim var ortada dönenleri görebileceğim. Ancak savaşın bahanesi yok. Öyle acı, öyle keskin, öylesine telafisi olmayan bir şey ki. Yapılan hiçbir yanlışın dönüşü yok.. Dün akşam televizyonda Lübnan’dan kaçmaya çalışanların haberi vardı. İki aile bir otobüsün yanında son kalan bilet için birbirlerini yumrukluyorlardı. Bir diğer köşede küçük çocuğuna sarılmış, oturduğu kaldırımda, sessizce ağlayıp, etrafa son bir ümitle bakan bir anne vardı. ...

Her zaman gidip gördüklerimi mi yazacağım? Bu da göremediklerimin yazısıdır.

Resim
Funk, soul, r&b, jazz. James Brown bir geceye az. Küçüklük hatıralarıma döndüğümde kulaklarımda James Brown’ın sesi var.Bu bir şeyin kokusunu aldığında bir şeyleri hatırlamaya ya da bir şarkıyı duyduğunda bir anının gözlerinde canlanmasına benziyor. Hala ne zaman bir şeye sevinsem Feel good’ u mırıldanırım. Ne yazık ki yine konserini kaçırarak, hafta içi organizasyon yapanların azizliğine uğradım.Oysa bağıra çağıra şarkılara eşlik etmeye ve hoplayıp zıplamaya çok ihtiyacım vardı. Belki bir dahaki sefere?...

Aşklar, aldatmalar, anlaşılamayanlar üzerine...

Resim
O kadar magazin haberlerine dalıp da, bunun hakkında yazmasam olmazdı. Aslında bana ne, kadın istediği adamla flört eder,evli, bekar, çirkin onun için fark etmeyebilir, bitirdiği ilişkilerinin arkasından yuh artık dedirtecek kadar konuşabilir, hemencecik yeni birine şıp diye aşık olabilir, ve bu aşık olduğu adam da Reha Muhtar olabilir. Bana ne değil mi? Ama öyle değil. Kafamı kurcalayan şeyler var. Bunların yaşadığı aşk ise, bizimki ne? Aşk bu kadar kolayca bitiveriyorsa, evlilik ne? İnsan gerçekten de bir zamanlar sevdiği, öptüğü, birlikte güldüğü insanı bu kadar kolay aşağılayabilirse, sevgi saygı nerede? Her şey bu kadar ucuz mu? Not: Ona keza kafamı kurcalayan bir diğer şey de şu: Gülşen'in önce Erol sonra Reha ile gösterdiği zevkindeki istikrar göz önüne alındığında bundan sonrakinin kim olabileceği?!? ------------------------------------------------------------------------------------------------ Geçenlerde ekranlarda yer alan yeni bir aldatma dedikodusu sonrasında aklıma ge...

Bilmemek değil öğrenmemek ayıp.

Resim
Bir Überseksüel nedir, ne değildir? Bu mühim konuya değinmeden önce bu konudaki engin bilgilerimi nereden aldığımı anlatmak istiyorum öncelikle. Bildiğiniz gibi 2 hafta boyunca tatildeydim. Evden uzak, bir orada bir burada pinekledik, dünyevi işlerden elimizi ayağımızı çektik, ve gerek gazetelerin her bir yerini okuyacak vakit bularak, gerek dergilere göz atarak, gerekse gittiğimiz evlerde açık olan kanalları izleyerek haberdar olamadığımız konularda eksiğimizi kapatma şansı elde ettik. Geçen hafta Cnn Türk’te bir programda, halka sunulan programlarla halkın nabzının tutulmasını konu alan bir söyleşi vardı. Dediklerine göre yapılan anketlerde halkın büyük bir çoğunluğu belgesel kanallarını izlediğini söylüyormuş. Yalan efendim külliyen yalan. Nereye gitsem ekranda Sibel Can’ın kocaman poposu vardı.Kaçıp kurtulmak için gerçekten de belgesel kanallarına sığınmak gerekiyor ancak ne yazık ki gittiğimiz evlerde kumanda bizim elimizde değildi. Neyse ki bir süre sonra ben de uyum sağladım, o...

Aslında tam da şöyle...

Resim
Ben geldim, ama kimseler yok burada !?! Tatil bitti... Aslikcin oradan buradan bildiremedi, bir güzel tatil yaptı.Bu arada, arada bir yorumlarına baktı, okuyunca çoook mutlu oldu. Çok teşekkürler.Bu arada tatil anılarını merak edenler için dersimi iyi çalışamasam da, ilk günlerde bir şeyler yazabildim ve tatil boyunca bolca fotoğraf çektim. TATİL KÖYÜNDE NELER OLDU? İlk gün Cüzdan paniği Sabahın köründe yola çıktık. Yol boyunca uyukladım. Çünkü hem heyecandan hem de heyecanımı hissettiğinden mi ne uykusundan sık sık uyanan oğluştan tevekkeli sadece toplam 3 saat uyuyabildim tüm gece. Yenikapı feribotuna zamanında yetiştik, daha öncelerde gişelerden verilen biletimiz, internette kullandığım kredi kartı ile bizzat benim tarafımdan alınacakmış, sanıyorum bunu benim gibi teknoloji cahillerini düşünmeden hesaplamışlar. Bu yüzden ben arabaya koşarken bir görevli de döküp saçtığım biletlerle arkamdan koşuyordu. Oğluşum uykusuzluğuna rağmen feribot yolculuğu badiresiz geçti sanırım. Sanırım de...

İşte şöyle geçti...