Kayıtlar

Kasım, 2006 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kuaförden doğumhaneye nedir bu kadınları çilesi yahu?

Şöyle makyaj malzemelerine deli olan, her daim parfüm kokan, full pedikür manikürlü dolaşan, saçı başı havalı, makyajlı, şık şıkıdım bir kadın olamadım bir türlü. Hoş olmak için en ufak bir çabam da yok. Pespaye de değilim. Temiz olmak, kendimi içinde iyi hissedeceğim kıyafetler giymek, ve birbiriyle alakalı şeyler giymek önemlidir benim için. Parfüm merakım da var biraz, ama baştan aşağı her daim parfüm kokusu yayanlardan değilim, sabah evden çıkarken kullanırım sadece. Makyaj desen, benim için renksiz suratımla milleti korkutmamak için bir allık ve kendimi çok iyi hissediyorsam bir parlatıcıdan ibarettir. Bir yere gidiyorsam rimelim de var hani. Onun dışında zaman içinde eş dost hediyesi ve tavsiyesi ile çoğalan malzemelerim konu mankeni olarak masamda duruyor. Bana kalırsa makyajlı olmak suratıma maske takmış olmakla eşdeğer ne yazık ki. Bir an önce eve gidip nasıl lenslerimi çıkarmak istiyorsam suratımdaki tabakadan da o kadar çabuk kurtulmak istiyorum. Saçlarıma gelince, çok uzadı...

Gün geçtikçe bencilleşen erkekler savulun, süper kadınlar geliyor.

Kloş etekli elbisemi giyerken bigudilerle sardığım saçlarımı çözüp, uçuk pembe rujumu sürsem, hafif topuklu babet ayakkabılarımı ararken bir yandan da tek sıra incilerimi taksam boynuma, ince hırkamı her ihtimale karşı yanıma alıp koşarak insem merdivenlerden, sonra sevgilimi ekoseli pantolonu ile seçsem karanlıkta, Chevrolesine binerken bana kapısını açsa, gitsek bir açıkhava sinemasına. Sevgilimin omuzuna yaslayıp başımı ağlasam Zeki Müren filminin sonunda. Çok mesudum sevgilim desem, sonra ben de seni bahtiyar edebiliyor muyum acaba diye sorsam ona gözlerinin içine bakarak. Sevgilimle yapacağım izdivaç ömrümün en muazzam hülyası olsa. Ama öyle değil işte. Yıl 2007 neredeyse. Küçük bir kız. Okumalı. Ders çalışmalı. Terbiyeli olmalı. Annesine yardımcı olmalı. Okula gitmeli. Sosyal olaylara da iştirak ettirmeli. Bir enstrüman yada bale belki. Sonra kurslara başlamalı, gerekirse özel ders almalı, kolejler için sınavlara girmeli. Daha çok çalışmalı. Yıllar önceden üniversite sınavlarına ...

Halit'in ne eksiği var ki?

Resim
Uzun zamandır hoşlanabileceğim bir filme denk gelemediğim film kanalında, dün gece tam da hoşlanabileceğim bir filme rastladım. Hatta kanalı zapladığımda, oyuncuların ismi yazıyordu. Gwynth, doğru mu yazdım adını hep tereddüte düşerim, Paltrow oynuyordu ki, her zaman bir durgun ve dingin hali vardır ya, sanki ana babasının koyduğu bu isimle yaşamaya mecbur olmanın verdiği eziklik vardır üzerinde. İşte bu hali filme cuk oturmuştu. Filme ondan daha çok yakışacak bir isim olamazdı sanırım. Anthony Hopkins ismini de görüp es geçmek olmazdı. Başrolde bir de esas oğlan var ama onun da soyadı çok zordu, aklımda tutamadım. Imdb’ye bakacak vaktim de yok bugün. Malum salı günü stüdyoların geldiği gün. Neyse, “Proof” seyri zevkli bir film. Flashbacklerle bir hafta içerisinde geçen olayların aydınlatıldığı, biraz melankolik biraz insanı geren ve acabalara sürükleyen bir konusu var. Seyreden arkadaşlarımın bazıları filmi sıkıcı ve fazlasıyla karamsar bulmuş, seyrettiklerine pişman olmuşlar.Ama ben...

Biz medyanın üç gülüyüz, böyle yazarsak bloggerların ağzına sakız oluruz.

Resim
Ah şu gazeteciler... İnsanı vezir de eder rezilde. Annem sanki ben pek mühim bir şahsiyetmişim de her gün gazetelere çarşaf çarşaf röportaj verirmişim gibi, ki bunu yapabilmek için ülkemizde mühim sıfatını almana gerek de yok aslında, aman derdi gazetecilere güvenme. Haber aşkı ve o köşenin sevdası nasıl oturuyorsa içlerine, benim işim haber yapmak diye kendi kendine and içen tüm gazeteciler, gün geliyor her şeye haberci gözü ile bakarken, bir anda olayları istedikleri gibi yorumlayabildiklerini de fark ediyor ve bunun bitmek bilmez hazzı ile yaşamaya alışıyorlar. Sonrasında bundan vazgeçmek zor oluyor olsa gerek. Kimilerini konumuz dışı yapalım, genelleme yapmak yanlış olur ancak şu da bir gerçektir ki, bir haberi ne kadar objektif verdiğinizi iddia ederseniz edin, bir cümlenin içine öyle bir kelime eklersiniz ki, okurken ister istemez bir fikir verir o yazı. Yada öyle bir fotoğraf eklersiniz ki yazının tepesine, adeta sizin yazdıklarınızın bir kanıtıdır.Ufacık bir mimik, alaylı bir g...

Teşekkür, ilişkiler ve yol

Bir önceki yazı için güzel yorumlarına vakit ayıran herkese tekrar teşekkür ederim. Zırt pırt ilklerimizi kutlamak için çok fazla yılı devirdik, dolayısıyla dün gece bir kutlama yoktu. Bir dahaki ay evlilik yıldönümümüz için bir şeyler planlayacağız onun yerine. Evliliğimizde de 7 seneyi bitireceğiz. 7. seneden sonra evlilikler daha sağlamlaşırmış dediklerine göre. Duy da inanma!Nasıl inanabilirim ki, etraftaki örneklere kulak kabartıyorum da her geçen gün daha da fazla şaşkınlaşıyorum. ------------------------------------------ Ben kocamı seviyorumGeçer diye bekliyorum.Bu okuduğunuz bestesi ve güftesi bilmemkim beye ait nihavent makamından bir şarkının sözleri değil.Şarkıcı Neco’nun 33 yıllık karısının aldatıldığını öğrendiğinde gazetecilere söylediği beni çok güldüren ve hatta içimde alkışlama hissi uyandıran sözü.Diğer sevgiliden adeta bir hastalık gibi bahsediyor sanki. Grip gibi, mikrop gibi.E bu da iyi. ------------------------------------------------------------------------- Bu ...

Love actually

Dün akşam nihayet izleyebildim. Afiştekilerin dışında da bir çok tanıdık simanın rol aldığı,aşk ve ilişkiler üzerine eğlenceli bir romantik komedi.Benim çok hoşuma gitti. Kimileri filmi saçma buluyor. Kimileri fazla pembe. Her ne kadar ara ara bana Teletubbilerin "Sarılalım sıkı sıkı"nidalarını hatırlatsada ben filmi eğlenceli,romantik ve izlenmeye değer buldum. Ben öneriyorum işte, izlersiniz izlemezsiniz o sizin bileceğiniz iş...

Onaltı kasım bindokuzyüzdoksanaltı

Aslı yarın ayın kaçı? 16 sı. ... Unutmadım tabii. Hadi ya, söylemesem hatırlamayacaktın. Yaa. İyi ki hatırladın, artık kırk yıl anlatırsın... 10 yıl önce bugün büyük teyzemin evinde bir telaş bir telaş! Kanapeler hazırlanıyor, salona son rötuşlar veriliyor. Yiyeceklerin telaşı, içecekler, çiçeklerin düzenlemesi derken bir bakıyoruz akşam oluyor. Saçlarımı pek beğenmedim ama krem rengi hafif şeffaf tuvaletimden pek memnunum. Aile arasında sade bir nişan töreni olacak. Amcamlar gelmiş, işte kuzenler. Sadece iki yakın arkadaş. Sonra elinde çiçeklerle o geliyor. Arkasında ablası elinde kocaman tüllerle kaplı bir sepetle içeri giriyor. Tek kızını verecek olan ve adetlerden de pek anlamayan babam bombayı patlatıyor. Ne var onun içinde bebek mi? Hayır baba, nişan sepeti o, hediyeleri var. Onun ailesi daha kalabalık ablalar, erkek kardeşleri. Teyzeleri de gelecekmiş. Ev gittikçe kalabalıklaşıyor. O kalabalıktan rahatsızken, aile arasındaki nişana, kaçırmak istemeyen tüm kuzenleri geliyor. Sade...

Bira, kızartma ve televizyon

Bira bana İzmir'i hatırlatır. Öğrencilik günlerini. Kordon'da elele tutuşup saatlerce yürüyerek, oturduğumuz kafelerde soluklanırken, harçlıklarımızla kızartma yiyerek Karşıyaka'ya karşı keyif yapmayı. Aylak zamanlarımızı tavla oynayarak savuşturmayı. Kırmızı şarabı severim, tekilaya bayılırım ama şimdilerde yaşıtlarımın genellikle burun kıvırdığı birayı da unutamam. Şnitzelle, karı koca yad ettik de aklıma geldi... Dün akşam oğluşla sarmaş dolaş oturup çizgi film izledik. Sonra ufaklık filmden sıkılınca ben de kanalları zaplamaya başladım. E artık benim de bir dizim var ya. Saat 10 a kadar kanal kanal dolaşabilirdim. Bu sırada annemin gün içine yapıp bıraktığı hurmalı çikolatayı mideye indirsem de elimde kumanda olduğundan ne yaptığımı farkedemedim bile. Önce bu tatlının tarifini vereyim de, sonra anlatacaklarıma geçeyim. Evde ramazandan kalmış olan hurmaları değerlendirmek için önce hurmalar yıkanıp suda bekletilir. Daha sonra çekirdekleri çıkarılıp robotta parça pinçik e...

Seviyorum işte var mı diyeceğin?

Resim
Aziz Nesin’in “Hayvan deyip geçme” kitabını okudunuz mu? Hala okumadıysanız şiddetle tavsiye ediyorum. Kimi zaman güldüren kimi zaman gözlerinizi yaşartacak olan yaşanmış gerçek hikayelerin derlenmesi ile oluşturulan kitap bize büyük dersler veriyor.Bu kitabı annem bana hediye ettiğinde sanırım ortaokuldaydım. Biraz parçalanmış olsa da hala kitaplığımdadır. Bizim evimizde her zaman hayvan vardı. Belki de bu sebeple hiçbir zaman hayvanlardan korkmadım, hoşlanmayanları, tiksinenleri ve eziyet edenleri de anlayamadım. Babam küçüklüğümden beri bana ileride hayvan seven insanlarla arkadaşlık etmemi, çünkü hayvanlara iyi davranan insanların merhametli ve iyi niyetli olacağını, hayvan sevenlerin insanları da seveceğini söylerdi. Belki küçüklüklerinde ana babalarından öyle gördükleri için hayvanlardan korkan çok iyi birkaç insanla tanışıp, burada hayvan sevdiğini söylediği halde tamamen art niyetle yaklaşan insanlarla karşılaştığım halde genellikle babamın bu sözü doğru çıktı. İstisnalar kaide...

Mektup

Resim
Mektup Atam, Sana beyhude mektup yazan binlerce insanın arasına işte bu satırlarla ben de katılıyorum. Hayatınla, ideallerinle, zaaflarınla, hastalıklarınla, aşklarınla tüm hayatını satır satır okuyan ben, okuyamayacağını bile bile sana hitaben yazacağım mektuba kelime bulmakta zorlanıyorum. Kemiklerinin sızlayıp sızlamadığını soracak, sana günümüzden şikayetler edip, seni ne çok arattıklarını anlatacak değilim. Çok insan bunu yaptı çaresiz hissettiği anlarda. Benim diyeceklerim ise başka. Bu sabah civardaki ilkokulda tören yaptılar senin için. Senin sesini dinlettiler bize. O ne güçlü sesti ki, insanın kemiklerinin içine dek işleyen, daha dün ölmüşsün gibi ağlattı içinde biraz olsun aşk olanları. Aklıma ilkokuldaki bir 10 kasım geldi. Sana şiirler okunurken, şiir okuyan kızlardan biri hüngür hüngür ağlamıştı. O zamanlar bunu sana olan saygı ve sevgisinden yaptığını sanmıştık ama büyüyünce anladım ki heyecanındanmış. Çünkü büyüdüğümde fark ettim ki, seni anlayabilmek, sevip sayabilmek ...

eycenem şimdi bir başka modacı ile buluşuyor, ama bir türlü İstanbul'la buluşamıyor.

H&M her ne kadar ucuz fiyatı ve gün geçtikçe daha yeni ve kaliteli ürünleri piyasaya soktuğu mağazaları ile bir çok markayı vursa da, ben işin ticari açısını kendimize dert etmeyi bırakıp için için bir çok anlı şanlı markanın henüz hazırlamadığı tasarımları gayet iyi fiyatlara aldığım için seviniyorum. Gerçi son gittiğimde kısıtlı zamanımda sadece oğluşuma alışveriş yapabilmiştim ama olsun. Ona aldığım jeanler o kadar hoş duruyor ki üstünde iyi ki gitmişim diyorum. İlginç dikişleri, farklı kalıbı ve iyice taşlanmış kumaşı ile yetişkinlerin giydiği pantolonların ultra minik bir kopyası adeta. O kadar çok kombinasyon, renk ve model var ki, bu kadar çok satışı olmasına rağmen herkesin farklı kombinasyonlar yaratmasına imkan verir bir konsepti olduğu için hiç kimsenin aynı giyinmesine de olanak vermiyor. Bir ara Beyoğlu’nda İstiklal caddesinde açacağı mağaza ile Türkiye pazarına gireceğini duysam da, son aldığım haberlere göre listede Türkiye’nin adı geçmiyor. Geçen ay Dubai ve Kuveytt...

İtiraf ediyorum, seksenlere dair fotoğraflarım var

Kabus gibiydi. Genç kızlığa adım attığım günlerde üzerimize çöreklenen ve kimin nasıl çıkarıp, ne düşüncelerle geliştirip bu korkunç hale getirdiğini hala anlayamadığım seksenlerin modası, bu kış bir çok ünlü markayı sarmış durumda. Sade, hoş bir beyaz gömlek bulamıyorum hiçbir yerde. Seksenlerin ruhu geri geldi. Kat kat aslan yelesi gibi kesilip kelebek tokayla tepeden tutturulmuş saçların kahkülleri tarakla tiftilip kabartılır, renkli bir makyaj ve fosforlu renklerde plastik küpeler, dirseğe kadar rengarenk bileziklerle aksesuarlar tamamlanırdı. Şalvar pantolon, taşlanmış beyaza yakın dar paça kot veya strech pantolonların üzerine ya yarasa kollu xxxl beden bir bluz, ya kocaman vatkalı bir ceket yada enine çizgili aerobik bodysi üzerine zımbalarla süslenmiş kısacık ceketler giyilir, altına giyilen ince topuklu ayakkabıların tamamladığı tozluklarla o da olmazsa ayakları hava almadığı için kokutan converselerle kıyafet tamamlanırdı. Benim bu yıllarda çekilmiş yukarıdaki tabloya benzer ...

O genç bir kadın...

O genç bir kadın... 21 yaşındaki kadın 3 aylık hamile. Eşi yokken eve gelen köylüsü tarafından defalarca tecavüze uğruyor.Nedenini sormayın, kimilerine göre kadınlar öyle canı çeken erkeklerin uçkuru için şu dünyada yer almaktadır. Hamile olması ise hiç bir şeyi değiştirmez. Neyse, tecavüzcü bunu ballandırarak köy kahvesinde anlatmış olacak ki, olay ayyuka çıkar. Tecavüze uğrayan kadının akrabası, sanki suçlu oymuş gibi, o hamile kadını ahıra bağlayıp işkence yapar. Kadın kurtulduğu an jandarmaya koşup olayı anlatır. Olay bitti mi? Hayır. Jandarma tecavüzcü ve işkenceciyi tutuklar, işkenceci, yaptığı yeterince suç teşkil etmiyor olsa gerek ki serbest bırakılır. Bitti mi? Durun yahu, burası bu haberler her Allahın günü yaşanırken ve hatta herşey b.k gibi giderken, Ab ye gireceğimiz hayallerini kurabilecek kadar s.l.kları barındıran Türkiye! Hiç burada biter mi? Şimdi özetle bakalım.Kadın tecavüze uğradı, işkence gördü, işkencecisi kadının can güvenliği hiçe sayılarak serbest bırakıldı. ...

Kadınlar, erkekler ve kitaplar üzerine biraz son haberler, yada farklı farklı fikirler...

Bu kitabın ilk baskısı ile herkes alaycı bakışlarla bir adet edinmişti. Halbuki içindeki tespitler son derece doğruydu. O kadar farklıydık ki, bambaşka gezegenlerden gelmiş gibi. İşin biyolojik yada psikolojik kısmını yada farklılıklarını yazmaya sayfalar yetmez. Oysa beni rahatsız eden konular başka. Kadınlar, erkekler, ilişkiler... Bu konularda ahkam kesecek değilim,gerçekte ilk flörtü ile evlenen birinin ilişkilerden bahsetmesi de komik olurdu zaten. Ufak tefek flörtler olmadı mı oldu? Ama bu başka bir şeydi. Her neyse konumuz benim aşkım değil. Konumuz bu üçgende yaşananlara karşı şaşkınlığım. Belki bizzat yaşamadım ama çevremde gördüklerim, şu hayatta duyduklarım, duyup da inanmak istemediklerim bana fazlasıyla ders veriyor zaten. Ama anlayamadığım çok şey var hala. Mesela aşk olmadan nasıl evlenilir onu anlamıyorum. Evlenmek insanın aşık olduğu ile yapabileceği bir çılgınlık değil mi? Aşık olmadan evlenilirse, geçen yıllarla ( evlilik aşkı öldürüyormuş ya) geriye sevgi saygı kala...

Sözlerin bittiği an.

Resim
Yazmayacaktım. Sadece nutkum tutulduğu için değil. O insanlara ne sıfat vereceğimi bilemediğimden de değil. Anlayamadığım için, algılayamadığım, olanları kurgulayamadığım için. Gazetelerde gözünü bantlıyorlar onun. Bir suçluymuş gibi. Sanki yaşadığı her şeyin sorumlusu oymuş, yaşaması bile bir suçmuş gibi. Daha erkeklerin kadınları sadece cinsel obje olarak görmelerini kabullenemezken, ilk okul yaşındaki çocukların kaçırılıp evlendirilmesine şaşırırken, daha bir buçuk yaşına basmamış bir bebeğin travma geçirecek kadar dövüldüğüne, insanda merhamet ve babacanlık yerine arzu uyandırabileceğine, tecavüze uğrayabileceğine, ciğerlerindeki araştırmaya göre alkol ve/ veya uyuşturucu verildiğine ve hatta çocuk pornosunda kullanılmış olabileceği ihtimaline inanamıyorum. Yok, inanmak istemiyorum. Gidip o çocuğa sıkı sıkı sarılmak istiyorum, annesinin hiç bir zaman sarıp sarmalayamadığı kadar sarılmak, koklamak, güldürmek, kucağımda huzurla uyutmak istiyorum. Her çocuğun hakkı olan şeyi vermek i...

Meyve veren ağaç taşlanır mı demeli yoksa, nazar etme ne olur, çalış senin de olur mu?

Yahu ben yokken kimse şu işlere kıyısından köşesinden bakmadı mı? Bakmamış. Karikatürlerde masası iş dolu tipler vardır ya işleri boyunu aşar. İşte o kadar olmasa da o hallerdeyim dünden beri. Ama yemek arasında göz attığım bloglarda hakkımda bir yorum görünce, bu sıkıntılı halimde bile gülmekten kendimi alamadım.Buraya da yazamıyor ya, karşıma çıkarsa ne ala. Belli ki hala gelip gidip okuyorlar ki kapıdan bacadan kovulan benmişim gibi şöyle demişler: nergis said... siz biraz usutmus,menapozlu herseyi cook gelip gecirmis,deneyimli fazla bilgic,agzi bol laf yapan kavgaci mahalle vari acayip birseylersiniz.ee hadi gozunuz aydin sizin asli cin geri donmus.ne piskin kadinmis ben utanirdim ciddi ciddi bir sey yazipda bu sekilde elestirilseydim.yada yazdiklarimin birer sacmalik oldugunu biri gelipde bana farkettirdiginde oturur dusunurdum kendim hakkinda..yazmaya devam etmek? sanki bir kose yazari tatil iznini kullanir gazetede, 15 gun sonra geri doner..yahu bu cokda ciddi bir is degilki..ko...