Kayıtlar

Ağustos, 2007 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Gelecek sayı...

Günde 9 öğün birşeyler yenebilir mi? Arı sokması ne kadar can yakar? Bir insan kaç saat dalgalarla boğuşur da sıkılmaz ? gibi pek mühim konulara cevap arayacağız. Tatilci olmanın faide ve zararlarına değinecek, biraz da ucundan dedikodu yapacağız. Biraz daha bekleyin, ben de sizleri okumak için çok sabırsızım. Görüşmek üzere...

Durum budur...

Burada full time annelik ve süper woman ev hanımlığı günlerimden ilk izlenimlerimi, yaptıklarımı ve haliyle yapamadıklarımı, planladıklarımı falan yazacaktım ancak apartmanın Adsl inde 5 gündür tamir edilemeyen problemden dolayı yazımı yayınlayamadım. Bu arada telefonla bağlanarak maillerime bakabildim ama ne onaylayabildim yorumları ne de cevaplayabildim. Yazı da evdeki bilgisayarda kaldı, dönüşte gecikmeli olarak yayınlarım. Özetle, yollardayım, nihayet İzmir'deyim, oğluşun havaalanında tutamayıp altına işemesi dışında bir rezillik yaşamadık. Yanımızda taşıdığımız bilgisayarın kapağına oğluşla renkli çıkartmalar yapıştırıp, sırt çantamı oyuncak ve bilimum abur cuburla doldurup, bir de "Annelik günlüğü" diye tatile uygun sabun köpüğü bir roman alıp, tam bir anne oğluş tatili yapmak üzere başbaşa, sırtımda çanta, omuzumda bilgisayar çantası, bir elimde 27 kiloluk bavul, bir elimde oğluşla cengaver gibi vardım İzmir'e. Bir süre yokum, mail box dolmuş taşıyor,spamler ve...

Lüküs hayat

Herkes ofislerde. Ben ağır ağır kahvaltı ediyorum. Onu mu giysem, bunu mu giysem diye dolabı açıp düşünüyorum. Bir şişe su atıyorum çantama, en rahat ayakkabılarımı giyiyorum, içlerinden kırmızı olanları. Çünkü bugün benim rengim bu. Arabaya biniyorum, birazdan buz gibi oluyor içerisi, otobana çıkıyorum. Müziği kendi sesimi duyamayacağım kadar açıyorum, şuna eşlik etmeye çalışırken gaza basıyorum. Dün uçtum. hızdan mı mutluluktan mı yoksa özgürlüğün sarhoşluğundan mı bilmiyorum ama uçtum işte. Ofise tıkılı olduğum günlerde, çok sıkılıp bunaldığımda, atlasam arabaya uzaklaşsam şuradan diye düşündüğüm zamanlarda hayalini kurduğum şeydi bu. İlk günden yaptım. Sırada saçımı kıssacık kestirmek var, bunun için de işten ayrılacağım zamanı vadelemiştim. Hani istifa edebilmeyi başarırsam ödül baabında. Meğer benim istfa etmeme gerek kalmayacakmış, Brezilya dizilerini aratmayan Uyuzbey çoktan işi kılıfına uydurmuş. Her neyse kedi olalı bir fare yakaladı, çok üzülecek ama bu da benim işime yaradı...

Bugün çık, tazminatını al kampanyası yada bir deli kızın kumpanyası

Ben kaç yıl oldu kafesimden uçmayalı ? Kaç yıl oldu şöyle özgürce kanat çırpmayalı? Çok... Taaa ki bugün kadar. Bugün bir kuş kadar hafif hissediyorum kendimi. Yok yok kuş da değil, kuş tüyü gibi. Hani havadan düşerken salına salına iner ya kuş tüyleri, öyle sersem sepelek bi halim var. Uyuzbey kadronun yenilenmesi ile benim mevkimin iş akışından çıktığını anlatırken bana, ben hala kulaklarıma inanamıyordum. Sanırım ağlayacağımı zannediyordu, çok üzüleceğimi, ya da tartışacağımı. Benimse yüzümde gittikçe yayılan bir gülümseme belirdi. Anlamadığımı zannetti sanırım, kekelercesine tekrarladı. Anladım dedim, sadece inanamıyorum, harika bir haber bu. Evet şaşkınlığını tahmin edersiniz. Görülmeye değerdi. Ona zaten haftalardır nasıl istifamı verebilirim diye kıvranıp durduğumu, fuarı atlatmayı beklediğimi, ondan sonra istifamı vereceğimi, bir süre çalışmayı düşünmediğimi, zira bambaşka bir ülkeye taşınacağımızı ve bunları açıklayana kadar üzerimden bu yükü aldığı için çok mutlu olduğumu söy...

Kısa kısa…

Resim
Annelik yaratıcılık gerektiren bir işmiş ve ben de bu konuda pek fena değilmişim. Çay istiyorum diye tutturan çocuğa pekmezli su verişimin ardından, yemekte sarı mercimek çorbasını reddedip kırmızı çorba istiyorum talebini içine biraz ketçap koyup karıştırarak halledip, geçen günlerde “Mc Queen olursun bunu yersen” vaatlerime aldanıp bu sabah da ıspanaklı yumurta isteyen oğluma ıspanağın kalmadığını anlatamayınca semizotunu tereyağında öldürüp ıspanak kılığına soktum. Eylemlerim devam edecek ama kaç yaşına kadar yutar bilmiyorum. Cts günü cehennem sıcağında gardrobuma el attım. Sıcakla dolabın ne alakası var demeyin. Dolabı açmak, bir çok ütülenip, üzerinde değiştirilecek şey ortaya çıkarmak demek. Bu sefer gözden çıkaracak bir şey bulamasam da çok fazla ütülenecek şey çıkardım. Haliyle öncelikle de yıkanacak. Gün içinde bir ara terzime uğrayıp diktirdiklerimi de aldım. Günüm, onları yıkamak, ve biraz nemliyken ütülemek için onları yoklamakla geçti. Ara ara yaparak ütü gece 1 de bitti....

Yeni inek fikirleri

Resim
Aman Uyuzbey duymasın. Ha ha haaaaaaa! Unutmadan yazmam lazım. U.bey “Bizim ineklerin fotoğraflarını gördün mü?” diye yanına Şebnem’i yanına çağırdı. Bizim kız gitti. Hmm hoş falan dedi. Nerelerde sergilenecek diye sordu, o da anlattı falan. İneklerin şimdiden insanlarca kırılıp yolunduklarından bahsettik. Beyefendi, bu da benim inek diyerek yapmadan sahiplendiği gösterdi, çaok çalışıp çabalamış gibi zorluklarından bahsetti, ballansırarark anlattı ve ben ayrıcalıklı bu şahane insana en ufak bir sinir hissetmeden gülümsedim, zira hayat bazen öyle adi adaletsizliklerle dolu ki oturup bunlara sinirlenemeyeceğimi fark ettim. Neyse, Şebnemciğim yanıma gelirken lafı gediğine soktu zaten. “Aslı’cığım bir seninle benim ineğimiz yok” dedi. Müstakbel kayınvalidesinin yazlığına iki inek alıp koymayı önerdi. Beyefendi buna çok güldü. Yarabbi şükür durumu yani. İyi olur dedim en azından ineklerimiz işe yarar. Sonra altıma işemekle, içtiğim suyun burnumdan gelmesi arasında gidip getiren fikirler çık...

Rüya bu ya...

Resim
Geçen gece endişeli hallerimi silmek için hayaller kurarak uyumaya çalıştım. Sonra nasıl olduysa hayallerim rüyalarıma karıştı. Okuduklarımdan da etkilenmiş olmalıyım. Fatih Akın Çamburnu'undaki çevre katliamı için bir belgesel çekiyor ya, işte aslında o bir belgesel değil, bir filmmiş. Ben de ne alakam varsa filmde rol alıyormuşum. Ben Karadenizli değilim ki, şivesini beceremem diyorum. Yok diyorlar sen İstanbul’a yıllar önce gelmiş bir hemşerisin. Rol gereği ben köyünü kurtarmak için çalışıp didinen, bu esnada işini, evini, sevdikleriyle geçireceği zamanı bile kaybeden, saçı başı karışmış, dağıtmış, inancı ve amacı uğruna biraz sıyırmış, bütün gün telefon görüşmeleri yapıp, oraya gidip gösterilere katılan, blogunda Çamburnu’nda yapılan rezaleti anlatan bir kadınım. Kendimi bu işe o kadar kaptırıyorum ki adeta bir Erin Brockovich’im. ( Bir önceki yazımdan kalan yetersiz annelik sendromu ) Ama sonunda kazanıyoruz, o güzelim köyü kurtarıyoruz, ben çocuğumun yanına dönüyorum, birbir...

Sıfırın altında bir moral yazısı...

Resim
Dün oğluşun kreşe başladığından beri kullandığı ilaçların listesini çıkardım. 4 ayda 5 antibiyotik, bir buhar tedavisi, ve son olarak dün sabah depo penisilin iğnesi. İğnenin işe yarayıp yaramadığını öğreneceğiz. Dün sabah o iğne olurken 5 kişi onu zor zaptettik. Ben bir bacağından tutarken bakamadım yüzüne, şu satırları yazarken bile gözlerim yaşarıyor, bacağını sıkıca bastırıp ağlamaya başladım orada. Çok güçsüz bir anneyim ben. Bazen yeni doğduğu zamanlar gibi iyice güçsüzleşiyorum. Özellikle de son zamanlarda çok fazla rahatsızlanmasının ardından. Deli deli korkularım var artık. Bak şimdi aklıma geldi, hemşireler çocuğumun kolunu bacağını bastırırken ya bir yeri kırılıverseydi? Gördünüz mü? Deliriyorum yavaş yavaş. İğnenin yapılacağı sabahın gecesi saatlerce uyuyamadım. Kabuslar gördüm. Aklıma yıllar önce yanlış yapılan iğne sonucu sakat kalan kız geldi. Ya penisilin testi yanıltırsa diye saçmasapan şeyler düşündüm. Bir sürü insan ne rahatsızlıklar geçiriyor, ne iğneler oluyor, ne...

Cow Parade başladı.

Resim
Eksik kalır mıyım? Kalmam... Henüz gidip görmedim inecikleri ama basından bir çoğunu görebilme şansım oldu, daha vaktimiz var, gidip görmek, sevmek, fotoğraflamak lazım. Herkes Uyuzbey gibi hazıra konup sanatçı olacak değil ya. Katılamasak da el emeğim göz nurum ineklerim var benim de. Tatatataaam !!! Adı: Yaşanabilir bir İstanbul hayali kuran Polyanna İnek Bu inek eski İstanbul'lu ineklerin yeni jenerasyon iyimser çocuğudur. İki yakayı yemyeşil, gökyüzünü masmavi, boğazı pırıl pırıl hayal eder. Oysa Greenpeace boşuna eylem yapmamaktadır. Anneannesinin anlattığı İstanbul çoook gerilerde kalmıştır. Boğazın suları çoktaaan kirlenmiş, havası bir garip olmuş, her iki yaka milyon dolarlık beton yığınlarından geçit vermez olmuştur. O yine de İstanbul'u çok seviyordur. İki kıtayı, birbirinden farklı insanları, bu kalabalık dünyayı birbirine bağlayan, karıştıran, birleştiren bir gök kuşağıdır İstanbul onun için. Adı: Eski İstanbul'u özleyip nerede o günler diyen Kabadayı İnek O da...

Yemek - Name ( A şapkalı tabii...)

Resim
Türkiye'deki yemek bloglarının kalitesi ve yazarlarının aşkı herkesce biliniyordu. Birlik olup yaratıcılıklarını zorlamalarına da alışmıştık. Ama bu kadar emek isteyen, renkli, faydalı, keyifli ve pratik bir sanal dergiye imza atabilecekleri aklımın ucundan geçmezdi. Herkesin severek takip ettiği blog yazarları kolları sıvamışlar. Piyasadaki dergilerin tozunu attıracak bir dergi çıkartmışlar. Linklerimden sevgili Acemi aşçı İpek( O acemiyse bana pek sıfat kalmıyor ama?!? ) ve Gelinciklerden tanıyıp hayranlığımızı kazanan Bake Shop seminerleri ile "Ben de yapabilirim" diye düşündüren, sonra da Bir dilim Pasta da yapılanları görünce "Yok ya yapamam" dedirten Burcu yazarları arasında. Ben indirdim, sayfalarını keyifle çevirdim, size de tavsiye ederim... Not: İyi dilekleriniz için teşekkürler. Moralim sıfırın altında ama oyalanmaya çalışıyorum. Aslına bakarsanız çıldıracağım, süreleri azalsa da hala ateşi çıkıyor, gece nefes alamadığı için uyuyamıyor, dosdoğru hiç...