Kayıtlar

Eylül, 2007 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kumbaramda ne var?

Resim
Her geçen yıl, yeni yaşla yada yeni bir yılın başlangıcıyla, terazinin kefesine koyarım kaybettiklerimi ve kazandıklarımı. Kaybettiğim ne çok şey var diye hayıflanırken ben, bir de bakarım ki, kazandıklarım daha ağır çekiyor. En ağır çeken ne diye bakıyorum şaşkın. Dostlarımı görüyorum. Çok fotoğraf eskittim, çok ağladım, çok kahkaha attım. Kolayca gelmedim şimdi olduğum yere. Sonuçta hayat bir mücadele. Ben kendime baktığımda, memnunum gördüğüm silüetten. Geçtiğim yolların tozlarına bulanmış insanlara rastlarsam eğer, o herşeyden bihaber hallerini görünce gülümsüyorum sadece. Herkes kendi hayatının başrolünü oynuyor biliyorum ama, elimde değil, kırılıyorum bazen bencilliklere. O zaman boyamak istiyorum herşeyi rengarenk, koca bir fırça elimde, sarılara boyamak istiyorum, en cafcaflısından kırmızıya, neon maviye, çimen kokan bir yeşile. Bugün sarılabileceğim arkadaşlarıma sarıldım, dertleşeceklerime telefon açtım, renkli kalemlerle bir şeyler yazıp gönderdim gülümsemesini istediğim bir...

Bugün benim doğum günüm.

Küçük bir kızken, henüz hayatın hiç bir yükünü omuzlamamışken, hayal ettiğim her şeyin gerçekleşeceğini zannettiğim günlerde, doğum günlerimi sabırsızlıkla beklerdim. Büyümek istemiyordum aslında. Sadece o özel günün bir şeyleri değiştirebilecek güçte olduğuna inanıyordum. O gün ne dilersem onun olacağına, sorgusuz sualsiz ve sınırsızca dilek dileyebileceğime, ve o özel günün bana büyülü bir şeyler getireceğine inanıyordum. O zaman İstanbul'un birer ucunda oturuyoruz her birimiz. O gün arkadaşlarımla beraber olmak için de bulunmaz bir fırsat. Kuzenlerim gelirler, maaile toplanılır, kahkahalar, şarkılar, bizim gürültümüze karışır. Günün anısına fotoğraflar çekilir, illa ki bir tane de pastanın hemen arkasında. Ben, doğum günü çocuğu... O zaman yok tabii dijital makinalar, 36 lık filmi bitirmeye uğraşırız poz poz, bitsin de bir an önce fotoğrafçıya gidelim, bir an önce görelim, özenle albüme yerleştirelim diye. Sonra babamdan izin alıp dışarıda kutladığım doğum günleri. Ne kadar da b...

Gün bizim günümüz...

Resim
Ne mi yaptık? . Önce Ayşanımla aheste aheste Beyoğlu'na girdik. Güneş tepemizde parlarken, bu kadar sıcak havada yanımıza bir de hırka, şal ve bilimum yük aldığımız için hayıflandık. . Çok kalabalık değildi.Kendimizi vitrinlerden alıkoyamayınca, bir sağa bir sola girerek hiç acele etmeden dolaştık. Her gelişimde o eski butiklerin ve atıştırılacak yerlerin yok oluşuna üzülürdüm ya, bu sefer bir kaç tane dükkan kaldığını görünce hayıflandım, ve kendimi o pırıltılı modern mağazalara bakmaktan alıkoyamayınca, ikiyüzlü hissettim birden. Ama en keyifli zamanı pasajlarda geçirdik doğrusu. Oğluşuma cam nazar boncuklarından kolyeyi de oradan aldım, beni 50 li yıllara götüren o tacı da. Muhtemelen alıp hiç takmayacağım kiraz küpeleri almadan çıkmayı başardım oradan. Atlas pasajında Şebnem yetişti bize. Üçümüz sıkı sıkı sarıldık. Evet 3 kişi birbirine sarılıp canım cicim çığlıklar atan bizdik. Baktık ki öyle yürürken anlatılmıyor bahsedilecek onca şey, eee yepyeni hamişimiz de acıkmaya başlam...

Galata köprüsünden manzara

Resim
Nihayet! Zaman su gibi akıyor, bir sürü şey çıkıyor karşıma ve zaman yine yetişmiyor. İşten ayrılınca durulacağımı düşünen arkadaşlarımdan farklı düşünen bir tek arkadaşım vardı ki, o da yanılmadı. Durulmuyorum, duramıyorum, yapacak o kadar çok şey var ki ! Turistik İstanbul gezimiz sadece bir güne sıkışıverdi. Ama ben yine de azimle listemdeki yerleri gezmeye çalıştım. Gidemediklerim için artık haftasonu planları yapacağım çaresiz. Katılmak isteyenler gelebilirler. Çarşamba günü Eminönüne inerek başladım işe. Amacım Mısır çarşısını, Kapalıçarşıyı ve o civarı gezip, biraz oğluşun doğum günü için malzeme alışverişi yapmak, biraz da yeni merak saldığım mutfağım için misss kokulu baharatlar almaktı. Bir de biri ile buluşacaktım. Onu blogundan tanıyor olabilirsiniz ama kuvvetle muhtemel Akıllıbebek 'ten de tanıyorsunuzdur. Banu ile bir süre önce mailleşmiştik. O gün de buluşmaya karar verdik. Biraz oturur konuşuruz diye düşünürken, bir de baktık ki saatler geçmiş, laf lafı açmış, sohb...

İstanbul kanatlarımın altında

. Yarın sokaklarda olacağım. . . Ondan sonraki gün de. . . Ve sonraki. . . . Sözleştiğimiz, İstanbul'u Japon turist gibi gezeceğimiz günler geldi. Gerçi bir kaç alışveriş noktası aklımızı çelecek ama yine de planladığımız güzergahlardan şaşmamayı ümit ediyorum. Bu süre zarfında sesim soluğum çıkmayabilir. Zira yorgunluktan ölmek üzereyken eve dönmeyi planlıyorum. Detayları dönünce anlatırım ;) .

Ağlama anne, benim için ağlama.:P

Resim
Bu bir tez konusu olmalı. Ciddiyim. Araştırılmalı, sebepleri bulunmalı, çünkü mantıklı hiç bir açıklaması yok bence. Konu şu: Sabah 9 akşam 7 ofise tıkılı olan ben, aynı zamanda evin işlerini halledebiliyor, çocukla haftasonları için planlar yaparken her şeyi tıkırında yürütebiliyor ve bunları belli saatler içerisinde yapabiliyorken, şimdi hiç bir yere tıkılmak zorunda olmayan ben, kimse peşimden koşturmadığı halde, işlerimi zor yetiştiriyorum. Ne zaman akşam oluyor anlayamıyorum. Arkadaşlarım çok gülüyor ben böyle söyleyince ama öyle. Şöyle arkadaşlarıma kahveye, yada kuaföre gitmeye vakit bulamıyorum yine. Canım sıkılırsa, şu özlediğim Age of Empires'ın 3. sü çıkmış diye düşünürken ben, nette onun ipuçlarını aramaya dahi vaktim yok ki nasıl çözeyim ben oyunu ipuçları olmadan. Derdim oyun falan değil, evime ve çocuğuma daha fazla zaman ayırırken, kendime daha doğrusu yapmak istediklerime zaman ayıramayacağımdan korkuyorum. Misal, hani yürüyüş yapacaktım sabahları? Pilates saatine ...

Yakınlardaki uzaklar...

Resim
Önce şu şarkıyı dinleyin... Sonra şu sokaklarda dolaşın. . Balığınızı yedikten sonra içeride bu ve bunun gibi şarkılar çalarken, hemen yanı başınıza getirilen semaverde demlenen çayınızı alıp, üstünüze de bir şal atıp, dışarı çıkın.Sessizlikte uzaklardan gelen Karadeniz dalgalarının sesini dinleyerek, takaların şenlendirdiği denize bakın. Ayaklarınızın altında dolaşan kedi ve köpekleri sevip, içeriye yeniden sohbete ve bu hoş şarkılara dönün. Çok uzak değil, birkaç saat içinde böyle işte Karadeniz kıyıları...

Dua

Seviyorum ramazanı. Herkesin bir araya geldiği, yüzlerin güldüğü, parıldayan gözlerle dünyaya baktığı her anı seviyorum, bayramları, kutlamaları, düğün dernekleri. İnsanların inancı ne olursa olsun, inançlarının getirdiği her özel günde, kaybettiğimiz bir şeyleri buluyor gibiyiz. Barışmayı, yardımlaşmayı, birbirinden çok farklı fikirlere sahip olsak bile bir masanın etrafında neşeyle yemek yiyerek bir noktada buluşmayı. Çok mu optimistim bu gün? Boş verin. Bugün gösteriş için başını örtüp k.... açanları, siyaset için bizim sırtımızdan kendi adına iftar çadırı düzenleyenleri, sadece bu ay insan muamelesi görebilecek kadar yemek yiyebilecek insanları bu hale düşüren bir kaç kişinin bize bu ay din iman dersi verecek oluşundan bahsetmeyeceğim. Oğluşum okulda yemek duası öğrenmiş. Herkes, ne dinine mensup olursa olsun, masada oturup, yemeğe başlamadan önce Allaha dua ediyormuş. Kimi büyüklerin alacağı çok ders var onlardan. Size onu göstereceğim... Not: Amin deyişine bakar mısınız? Çok cidd...

Bir mimdir, iki mimdir, üç mimdir makamında...

Resim
İki ödevim var yapmam gereken ama ben tembel bir öğrenciyim af buyurun. Öyle tembelim ki sabah , nette gazetelere dalınca, ha kalktım ha kalkacağım yerimden derken çaydanlığın altını yaktım. Henüz yangın çıkartmadım evde, ziyan az ama çaydanlık bundan sonraki hayatına tüm ciflemelerime rağmen bir Eda Taşpınar teni renginde devam edecek. Ev hayatım yanıklarla geçiyor zaten. Elimi bıkmadan usanmadan yakıyorum o mevzu eskidi de, şimdi de fırınım yakıyor. Hay Allah değil mi? Tam da ev hanımı moduna girmeye başlamıştım ki, bu çıktı. Servis bir şeyi yok fırınınızın diye geri gönderdi eve. Bu günlerde herkes bana hastalık hastası teşhisi koymaya meraklı sanırım, ben de salacağım çayıra, artık Mevlam kayıra. Zaten evde oturmaya başladıktan sonra "Ben ne menem bir anneyim" soruları aldı başımı gidiyor, aklıma mukayyet olduğum bir anda bu konuda yazacağım. İlk mim adaşım Baldan tatlı'dan geldi. Beni çantamdaki olmazsa olmaz 6 "şey" konusunda sobeledi. Daha önce çantamın i...

Ben de bugün bunu öğrendim mesela...

Resim
Ben bugün bunu öğrendim diyor ya blogunda Bora bey. Ben de bugün öğrendim ki, eğer Digitürk’ünüz falan yoksa, bizim gibi gidiyoruz diye erkenden kapattırdıysanız, yani izleyecek ahım şahım film kanallarınız falan yoksa, ve eğer evde zaman geçiriyorsanız, zeka seviyenize ağır hakaretler almamak adına televizyona sakın yaklaşmayınız. Kafamdaki soru şu: Gerçekten de Türk kadınları gündüz kuşağındaki programları izlemeyi hak edecek kadar aptal mıdır, yoksa onları aptal yerine koyan programların yapımcı ve sunucuları bunları kendilerine yakıştıracak kadar... kadar... kadar...? İzlemeye katlanamadığım için hakkında yorum yapamayacağım ama zaplarken hayretler içinde gördüğüm sahnelere bakarsak, sabahları hemen her kanalda tuvalet giymiş, o da olmazsa ondan aşağı kalmayacak kadar allı pullu giyinmiş Seda abla gibi bir assolist bir yandan konuklarını ağırlayıp, bir yandan da o sahnede ne işi olduğunu anlayamadığım bir takım atraksiyonlar yaptırıyorlar. Arada kadınlar göbek atıyor. Sonra el işi ...

It's my party.

İşten ayrılmak ve ayrılmamak arasında kalarak savaş verdiğim günlerde, kendime cesaret verebilmek adına bir liste yapmıştım. Şimdi bu ikilemde kalan arkadaşlara örnek teşkil etmesi açısından faydalı olduğunu düşündüğüm için bu listeyi yayınlıyorum. Özellikle de bu listeyi isteyen Defne için... 1- Yaz bitmeden İzmir’e gideceğim. Çeşme veya Ada. ( Yaptım bile ) 2- Saçlarımı kısacık kestireceğim ( Kestirdim ama düşündüğüm kadar kısacık olmadı.) 3- Eylül ortalarında 3 günlük İstanbul turu yapacağım. ( Sırada o var ) 4- Kitap üzerine çalışmaya başlayacağım. ( Elimdeki bir yerde takıldı, yenisine başladım, çok heyecan verici.) 5 - Ekim’de Venedik turuna katılacağım. ( Bulabilirsem ) Bunlar listelediklerimdi. Ama bir de bana çok tatlı gelen şeyler vardı. Uzun uzadıya mükellef kahvaltılar, arkadaşlarla yapılan kahve sohbetleri, yeni yemek denemelerine harcanacak zamanlar, canım istediğinde çıkıp dolaşabilme lüksü, kendime ayırabileceğim vakitler, oğluşla daha keyifle geçirilecek anlar gibi...

Eylül'de geeeeeel !!!

Resim
Eylül ayını sevmem için 10 sebep... Cosmopolitan yazıları tadında olacak bu yazı ama birdenbire aklıma geldi, yazayım dedim. 1- Eylül, ne sıcaktır, ne soğuk, istediğinizi giyebilirsiniz. 2- Kış boyunca izlediğiniz dizilerin yeni sezonu başlar. Hatırla sevgili gibi… ( Bu arada merak edenler için bir yerde yeni bölümlerden bir kaç haber okudum.) 3- Doğumgünüm bu aydadır. Bir sürü telefon, tebrik, şanslıysam sürpriz hediyeler gelir. 4- Okullar açılır. Sana ne demeyin, üst kattakilerin veletleri daha az tepinir. 5- Herkes tatilden döner. Sevdiğim arkadaşlarımla hasret giderdiğim aydır. 6- Fuar bu aydadır, Gidilir, gelinir, oh be atlattık bunu da denir, sonrası bir relax olma hali vardır. Daha da iyisi bu ayı şu andaki gibi evde geçiriyorsanız, oh yahu yırttım da diyebileceğiniz aydır. 7- Alışveriş yapmak için harika bir zamandır. Kışın ne zaman bastıracağı belli olmaz, bir an önce hazırlanmalıdır. Bir yandan da indirimde yazlıklar vardır. 8- Oğluşun doğumgünü heyecanı sarmaya başlar. Davti...

Çok mühim, çoook !

A dostlar ! Çok mühim bir konu sebebiyle ballandırarak anlattığım ve fotoğrafladığım yazılara ara verip bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum. Benim bloglardan tanıyıp bir süredir takip ettiğim bir arkadaşım var. Eşdostakraba da göremeyebilirsiniz, oraya ekleyemediğim o kadar çok arkadaşım var ki, tembelliğimi mazur görsünler lütfen. Bu hakkında bahsedeceğim arkadaşımın adı Devin . Kendisi bir süredir Kemoterapi görüyor, ve bu tedavi sırasında eksikliğini farkettiği bir konu için yardımlarımızı bekliyor. Aslına bakarsanız bunu kendisi için değil, hepimiz için yapıyor . Ne yazık ki, bu hastalığın ne kadar sık görüldüğünü hesaba katarsak, alınacak o koltuklara kimin ihtiyacı olacağını bilemiyoruz. Ona da, sizlere de, tüm sevdiklerimize de sıhhatli günler dileyerek, şu yazıyı okumanızı rica ediyorum. Sevgiler, saygılar efenim... Not: Sizler de link verebilirseniz belki bir faydası olabilir. Bir ara Lösemili Çocuklar için yaptığımız kampanya nasıl da işe yaramıştı ?

Tatilden fotoğraflar...

Resim
Yeşile, dalından sebze meyveye, rüzgarda yaprak sesine doyduk. . Gözümü açtığımızda şemsiye görmeye, güneşin batışını adadan izlemeye, dalgalarla oynayıp bitap düşmeye alıştık. Oğluşla dolaştık, babaanneyle hasret giderdik, sabun köpüğü bir kitap bitirip, yazacaklarım için akla gelen fikirleri not aldık, sonra kumlarda yürüyüp herşeyden uzaklaştık. Oğluşla uzun yolculuklar yaptık, dalgalarla oynadık, kumdan kaleler yaptık, sabahları erken kalkıp gördüklerimizi resmettik, öğlenleri yemekten sonra sarılarak uyuduk, akşam üzerileri çiçekleri suladık, komşu amcanın bahçesinden beraberce elma topladık, kumlarda koştuk, geceleri yürüdük. Ada'daki Ebru'yla şemsiyenin altında saatlerce konuştuk, yedik, içtik ve güneşe çıkmadan yandık. Eski günleri yad ettik, çokça güldük, hayallarimizden bahsettik, biraz da dedikodu yaptık.Sonra bir kalktık ki. Kahretsin, bikini izi !!! Gölgede ne feci yanılıyormuş !

Uzun aradan sonra uzun bir yazı...

Resim
Bukalemun gibiydim. Sanki o kumlarla, o çiçeklerle, güneşle bir arada bütünleşip yaşamışım yıllardır. Çiçekleri sularken o renklere büründüm, kumlara uzandığımda başka renklere. En çok mavi oldum o hafta. Deniz mavisi, bulut mavisi, oğluşun kovasının mavisi... Evet bir önceki yazımdaki bahsettiğim gibi, günde 9 öğün yedim. Sadece yemeklerden oluşmuyordu öğünler. İnsanı çöp tenekesi gibi hissettirecek türdendi. Kahvaltı, sonra plajda meyve keyfi, denizden gelince öğlen yemeği, kestirdikten sonra envai fındık, fıstıkla meyve suyu, arkasından meyve, saat 4 mü olmuş, o zaman çay saati, akşam yemeği, şöyle soğuk bir meyve yesek, dondurma yemedik henüz, yatmadan önce sütten bir kahve? Öğlenleri yemekten sonra saatlerce oğluşun yanında kestirdim. Kumlardan ayrılmak istemedim, şimdiye kadarki en başarılı kumdan kalemi yaptım, birazcık güneşleneyim derken bir arı tarafından sokuldum. On dakika kadar felç oldu kolum, ama akşama izi bile kalmamıştı. Buz + Eczacı amcanın illaki önerdiği ilaçla. D...