Kayıtlar

Nisan, 2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Teknolocik Aslı

Resim
Günlerdir bavul topluyorum. Aslında hazırlıklar haftalar önce başlamıştı ama bavulların üzerine çıkarak zıplamam ve 20 kiloluk bavullara neredeyse 40 kiloluk eşya sıkıştırmam bir kaç gün öncesine dayanıyor. Şimdiye kadar gideceğimiz ülkeye 4 bavul gitti. Sanırım 5 bavulluk daha eşya var. 2 eşimle gidecek, 2 benimle. Bir de sonbaharda son kalan kışlıklar falan. Yarın İzmir yollarındayız. Onun için de bir bavul hazırladım tabii. Bunu yaparken yanımda götüreceğim büyükçe çantayı da hazırladım, bilirsiniz işte elzem şeyler, yedekler, bavula konamayacak kadar mühim şeyler. Bir bavul daha sayılır aslında. Çantamı düzenlerken bir şeyi fark ettim. Her geçen yıl bir önceki seneden daha çok teknoloji bağımlısı haline gelmişim. Son mimde şunları yazmışım. Şimdi ise çantamda ekstradan bir mp3 çalar, bir harici disk, ve görünmese de ayrıca bluethooth var. Telefon ve kamera demirbaşlar olarak yerlerini koruyorlar. Parfüm, parlatıcı ve cüzdan da olmasa, bir isviçre çakısı da taşıyan bu çantanın bir...

Hızlı Özet

Haftasonu eğlenceli geçti. Yarın sevgili geliyor. Bir kaç gün sonra İzmir yolcusuyuz. Bugünlerde sadece Duman dinliyorum. Ve deli gibi Carte D'or'un tutku serisini yiyorum. Şimdilik en beğendiğim kalp çikolatalar içindeki sosuyla çilekli ve çikolata soslu şam fıstıklısı oldu. Dolayısıyla birdenbire düştüğüm 54 kilodan ibre yavaşça yukarı yükseliyor ama inanın bana suçlu dondurma değil. Taşınmak için hazırım ama deli gibi korkuyorum. Oğlum bugün içinde "Heyecan verici" kelimeleri geçen bir cümle kurdu, bir kez daha büyüdüğünü düşündüm. Bir kaç yıl öncesine kadar yaşımı asla saklamam diyorken, oğluşun büyümesi ile bu fikrimden vazgeçtim, 5 yıl atmayı planlıyorum. 35'e kadar 30 olacağım, 35-40 arası 35 de kalacağım, 40 sonrası 40'da. 5 yıllık kalkınma planları yaptığım yaşlar geçti, 5 yıllık saklama planları koyuyorum bunun adını. Annemi özledim. Kaldırım serçesini hala izlemedim. Philips'in harici belleklerinden aldım, tüm filmleri, oğluşun çizgi filmlerini,...

Bloglara dair

Sağa sola önüme arkama nereye baksam bir blog yarışması var. Son olarak şu yarışmaya vardım bir yerlerden. Çok şık görünüyor, kategorileri oldukça fazla, ve en önemlisi bir de baktım ki, sevdiğim okuduğum bir çok blog burada. Yeni bloglar keşfetmek için de harika. İşin tek can sıkıcı tarafı her kategoride bir oy hakkımızın olması, o kadar arkadaşım içinde kime oy vereceğim şimdi ben? ------------------------------------ Ben niçin katılmıyorum? Benim yarışım kendimle... gibi dahiyane bir sözün arkasına sığınacak değilim. Açıkçası her defasında geç kalıyorum, hem sonra kendimi aday göstermek istemiyorum, haaa kendi kendilerine katılanlara özgüvenlerinden dolayı saygım çok, ama ne bileyim işte... Bir de 2005 den beri blog tutuyorum ve bu konuda ilk öğrendiğim şeylerden birisi de, blog yazmayı sevmenin yanısıra blog okumayı da becerebilmenin ne kadar önemli olduğu. Blog arkadaşları edinemezsen bu gibi yarışmalarda sadece seni seven insanlarla oy alabilmen zor. Evet burada çok arkadaşım var...

İstismar bir çiçek adı olsa...

Resim
Sevgi beni Çocuk istismarı konusunda mimlemişti. Ne yazacağımı düşündüm uzun zaman, herkes bu konuda o kadar güzel şeyler yazdı ki, altına sadece imzamı atabilirim. Daha öncelerde de ülkemizde bu konuda yaşanan rezillikler konusunda ister istemez yazmıştım hissettiklerimi. Geçen haftalardaki haberler hiç bir şeyin değişmediğini gösteriyor zaten. Bugün 23 Nisan, şanslıysanız neşe doluyor insan. Ama şanssız binlerce çocuk için diğer günlerden bir farkı yok bugünün. Çocuk istismarı konusunda en iyi bilgiyi şu linkten bulabilirsiniz sanırım, aynı şeyleri yazmamın manası yok. Ben ileride çocuk istismarını önleyebilmemiz için kalpten dileklerimi yazabilirim sadece buraya. Her şeyin sevgiyle ve bilgiyle çözülebileceğine inanıyorum. Biz de elimizden geleni yapalım, belki bir şeyler değişir. Bugün oğlumu şenliklere götürdüğümde gördüğüm tablo özetliyor aslında her şeyi. Bir yanda rengarenk kıyafetleri içinde gülüp oynayan, gösterilerine hazırlanan, ana babalarına el sallayan gülen yüzleri ile...

Haftasonu, iki film, bir program.

Resim
“Her zaman, hayatta her istediğiniz olmayabilir, her istediğinizi alabilmemiz mümkün değildir. Yok’un anlamını bilin. Yok’u yaşamanızı istemem ama ne olduğunu bilmenizi istiyorum.” Arabanın arka koltuğunda ortada oturmuş, biri sağımda biri solumda oturan 4 yaşlarındaki çocuklara anlatıyorum bunu. Çok mu acımasızca geliyor kulağa? Biliyorum önde oturan arkadaşım bunları söylememden hoşlanmıyor. Ben daha tutucuyum çocuk yetiştirme konusunda, katıyım belki kötüyüm, kim bilebilir, daha sert tutuyorum, o ise daha özgür bırakıyor. Ben de kıyamıyorum oğluma, istediklerini almak ve yapmak istiyorum ama her zaman istediği olmuyor işte. Olmaması gerekiyor belki de. İleride hayal kırıklığına uğramaması için. Doyumsuz olmaması için. Kadir kıymet bilmesi için. Arkadaşım diyor ki: Onun için mi dün o uyduruk helikopteri aldın Aslı? Hmmm. Evet ama onun istediğini almadım... ??? ... Durun anlatayım. Evet işte insanın zikri ile fikri apayrı olabiliyor. Şu anda deli gibi yorgunum. Niçin? Hafta sonu oğlum...

Halloway sen bizim herşeyimizsin !!!

Resim
Hay Allah! Geç kaldım, günün postu Adsl deki bir problem sebebiyle şimdi geliyor. Benim gibi bir internet bağımlısı için nasıl zor bir şey olduğunu düşünebiliyor musunuz? Neyse, şimdi bahsedeceğim şey başka. Komik bir şey. Çok komik. Halloway’in ülkemize gelişi ile başlayan 40 gün 40 gece süren şenlikler sona erdiğinde ne yapacağız bilemiyorum. Geçenlerde bahsettiğim Hürriyet’in ekindeki köşe yazarımız bugün de inciler dökmüş. Tabii ki Josh’a gösterilen ilgiyle alakalı. Yazısının sonunda bahsettiği gibi kesif bir kıskançlık kokusu alıyorum aslında, her ne kadar öyle olmadığını söylese de. Evet Josh sadece Lost ile hayatımıza girmiş olabilir ama bu kadar iyi görünüp bu kadar etkileyici bir ses tonu olan, pek de mütevazi görünen bu adama ilgi göstermemizin tek sebebi dediği gibi bizdeki korsan Dvd sektörü olamaz değil mi? Ne alakası var hala çözebilmiş değilim. Konuyla alakası yok ama bir diğer yazdığı konuyla ilgili bilgilendirmek isterim. XOXO saece bir iki yıldır değil, uzun yıllardır...

Bugün...

Bugün… Çok canımı sıkan bir şey oldu. Eşimin evlenme teklif ettiği günlerde almış olduğu saati düşürdüm. Nasıl oldu nasıl bitti anlamadım ama çarşıda bir de baktım ki kolumda yok. Benim için çok değerli bir saatti. Ne diyebilirim ki bulan iyi günlerde kullanır umarım. Bugün… Can sıkıntımı gidermek için müziği sonuna kadar açıp bağıra bağıra şarkı söyledim arabada. İyi tarafı, insana çok iyi geliyor, özellikle de Duman. Kötü tarafı, insan ne kadar hız yaptığını anlayamıyor. Sağ salim eve geldim şükür… Bugün… Sevgiliyi çok özlediğimi farkettim. Bugün… Yeni aldığım bir tşirtte gördüğüm hatayı düzelteyim derken önce yamuk yumuk bir şekle soktum. Sonra lekeledim. En sonunda kestim paramparça ettim. O şimdi temizlik bezi. Terzi kendi söküğünü dikemezmiş. Bugün… Arabayı servise götürdüm ve çıkışta sadece 1 Ytl ödedim. Nasıl olduğunu ben de anlamadım. Bugün,… Sinan Çetin’in yeni programı Fenomen’i izledim. Uri Geller’in isteği üzerine bozuk bir şeyler aradım reklam arasında. Evde çalışmayan hi...

Botoksa hayır ! :P

Bu yazı bir arkadaşıma ithafen yazıldı ama bu günlerde morali sıfırın altında olan herkes için geliyor. Hayat çok garip değil mi sizce de? "Şimdi" yi yaşamayı unutuyoruz. Bir de bakıyoruz ki gerilerde kalmış. Oysa biz hala geleceği merak ediyoruz her kahve falında. "Şimdi" varız. Yarın? Bilmiyoruz. "Şimdi" mutluyuz yada çok mutsuz. Her tökezleyip düştüğümüzde üstümüzü silkeleyip ayağa kalkamıyoruz belki ama her geçen senenin suratımıza bıraktığı çizgilerle yolumuza devam edebiliyoruz. Onlar sadece çizgiler değil ki. Dudağımın kenrarındakiler arkadaşlarımla yaptığım sohbetlerden ve kahkahalardan hatıra. Boynumda oluşmaya başlayanlar uykusuz geçen gecelerde kafam önüme düştükçe yerleştiler oraya. Gözlerimin yanındakiler her acı, her hayal kırıklığı veya her öfkede derinleştiler. Onları sevmesek de onlar bizi "Şimdi" ye taşıyan geçmişimiz. Şimdi, eğer ben hala ayaktaysam, o çizgilere, onların bana verdiği güce ve onlarla giydiğim zırha borçluyum...

VAH VAH VAH !

Resim
Evet bu da oldu. Bu kitapların çıkışının kadınların mahalle baskılarından muzdarip olmaya başladığı günlere denk gelmesi acaba bir tesadüf mü? Geçtiğimiz günlerde şurada da "Kadın dövmenin faydaları" isimli kitaptan bahsetmiştim. Evet gerçekten de o isimde bir kitap var. Evet adam gayet ciddi oturup kadın dövmenin faydalarını sıralamış. Çok faydalıymış, hiç sormayın, biz cahil cühelaları aydınlatmış. Yukarıda gördüğünüz de bir kitap kapağı. Ben ciddiye almıyor, birinin dalga geçmek için yazdığı bir kitaptır olsa olsa diyorum. Ama yazar yazdıklarına ve söylediklerine bakılırsa kendini bu konuda çok ciddiye alıyor belli ki. İşin garibi, kitap sitelerinde yazarı destekleyen yorumların yer alması. Söylediği şeylerden dolayı, ona bu konuda itiraz edeceğine Aysun'a açtığı yerlerle laf eden zihniyetten beklerim zaten, ne olacaktı ki? Yazdıklarına ithafen ben de şöyle mi demeliyim? Evet, kadınlar şeytandır. Bütün savaşları çıkaran, savaş suçları işleyenler onlardır. Trafikte erk...

Kadının adı yok.

BARIŞ mesajı vermek için gelinliğiyle Milano’dan yola çıkan İtalyan sanatçı Pippa Bacca (33), 12 gün önce kaybolduğu Gebze’de ölü bulundu. Ormanlık alanda yarı çıplak halde bulunan Bacca’nın tecavüze uğradığı da belirlendi. Gözaltına alınan 2 çocuk babası Murat K., otostop yaparken kamyonetine aldığı Bacca’ya, tecavüz edip, öldürdüğünü itiraf etti. italya'dan, ülke genelimizin de eleştirdiği İsrail ve Amerika gibi savaş yandaşı ülkeleri protesto etmek için yola çıkmış bir kadının, internet gazetelerinde çıkan en ufak olayda bile, sapkın yada gavur diyerek haber yorumlarında aklımızca aşağıladığımız Avrupa ve Balkan ülkelerinden sağ salim geçtikten sonra, Müslüman bir ülkede tecavüze uğrayıp öldürülmesi, bizim biraz olsun özeleştiri yapmamızı sağlar mı acaba? Hiç sanmıyorum. Kadınla erkeğin yanyana oturmasına bile tahammül edemeyen zihniyetlerin dürtüleri baskı altına alınmış nesilleri, cinsellik hakkında bile konuşmayı tu kaka olarak görmeye devam edip, kadınları evlere yada örtüle...

Kefaret

Resim
13 yaşında hayal gücü geniş bir kızın, sorgulamaya çalıştığı büyüklerinin dünyasında olan bitenleri yargılaması ve aklınca birilerini cezalandırmasının bedeli ne kadar ağır olabilir? Bir yalanın sonu nerelere varabilir? Filmin çekimleri inanılmaz öncelikle hayranlığımı yazmalıyım buraya. Her sahne bir tablo gibi. Bir çok dalda Oscar'a aday gösterildiği halde sadece bir dalda ödül alabilen film, her ne kadar bazı sahneleri bahsettiğim o çekimlerle kurtarılacak kadar sıkıcı olsa da, teknik olarak bir kaç ödül daha alabilirdi. Yazar olmanın gücünü ve güzelliğini gösterdi film. Belki biraz da bu sebeple sevdim. Hikayenin sonu çok farklı bitebilirdi. Yazdığımız kahramanların alın yazısını şekillendirmiyor muyuz yazarken? Kitapta sonsuza kadar mutlu yaşamaları bir şeyi değiştirmeyecek olsa da. Filmin sonunda ağlamamaya çalışırken, kavuşamayan Robbie ve Cecillia'ya mı yoksa kefareti bir ömür boyu sırtında taşıyan Briony'e mi acımalıyım diye düşündüm.

Acaba ne?

Bu aralar Moda mutfağına biraz zaman harcadım. Havayı iyi görünce kendimi dışarı attığım için bloga fazla zaman ayıramıyorum doğrudur. Bir iki güne kadar uzun yazarım yine. İçimde tarifi zor bir his var. Sanki güzel mi güzel bir şeyler olacak... Ha secret !

Güneşli günler için haydi hep beraber...

Morning has broken like the first morning, blackbird has spoken like the first bird. Praise for them singing, praise for the morning, praise for them springing, fresh from the world. Sweet the rain's new fall sunlit from heaven, like the first dewall on the first grass. Praise for the sweetness of the wet garden, sprung in completeness where his feet pass. Mine is the sunlight ! Mine is the morning born on the one light Eden saw play ! Praise with elation, praise every morning God's recreation of the new day.

Mordolaba saklandım.

50'lerde babaannemin iki kız kardeşi de yaşadıkları yerlerin en meşhur terzilerindendi. 60'larda halam moda dergilerinden çıkmış gibi giyiniyordu, Paris'te kıt kanaat geçinen bir öğrenci olabilirdi ama oradan döndüğü zamanlarda diktirebileceği bir sürü fikri oluyordu. 70'lerde anneme, şimdi bile kumaşını bulmakta zorluk çektiğimiz bir gelinlik diktiler. 80'lerde... Dün seksenler partisi vardı, bunu bugün tekrarlamak ne kadar doğru bilmiyorum ama korkunçtu. Bluğ çağındaydım,ortalık zevksizlikten kırılıyordu ve ben tam bir marka düşkünüydüm. 90'larda üniversite yıllarında apartmanımızın köşesine taşınan terzi ile fark ettim markalara bağımlı olmadığımı. Tekstil okuyordum, önümde seçenek çoktu. İş hayatına atıldım mezun olduğum hafta ama bunun bir iyi bir de kötü tarafı vardı. Artık istediğimi rahatlıkla alabilirdim çünkü kendi paramı kazanıyordum. Artık istediğimi rahatça alamazdım çünkü işin içine girince kaliteyi, maliyetleri ve trendleri öğrenmiştim. İstediğin ...

Dumur bu olsa gerek

1 metre küsurat santimlik, üçte biri kilomdaki, tuvaletten halen "Anneee bitti" diye çağıran, r leri hala söyleyemeyen ve çaktırmasa da hala çamaşır makinasından korkan veletle aramda şöyle bir konuşma geçti: -Bugün okul nasıldı Kerem? -Öğyetmen bana ceza veydi. -Aaaa niçin? -Eee veydi. -İyi de na'aptın? -Bişey yapmadım. -Ceza vermiş ya. -Ceza veydi gibi. -Verdi mi vermedi mi oğlum, şimdi beni mi kandırıyorsun? -Offf, sana da bişey anlatmak çok zoy !!! Anlaşıldı, tuvaletten çağırılmamam yakındır, benim oğlum büyüdü...