Kayıtlar

Temmuz, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Neyi beklediğimi bilmeden...

Kafamı devamlı bir şeyle meşgul ediyorum. Arada bloga bakıyorum, arada fotoğraf çekiyorum, dün akşam oğluşla sahilde bisiletle gezdik. O küçükte, ben büyükte. Güneşin batışını seyrettik. Alacakaranlığa gece başladım, bir ara uyudum, öğlene doğru bitirdim. Akşamüzeri gidip yeniayı aldım. Şimdiden onu da yarıladım. Hayat bir ayddan fazladır yolarda olan benim için oldukça hareketli. Eve dönünce, ve düşüncelerle başbaşa kalınca ne yapacağım bilmiyorum. Dün oğluş beni şaşırttı yine. Okumayı bırak, artık kelimelerin içindeki harfleri sıralıyor, eksik harfleri buluyor, kimi kelimeleri komik bir şekilde söylese de bildiği şekilde heceliyor da. Bu arada kenara not etmeliyim. 27 Temmuz ilk süt dişini elimize aldığımız gün. Henüz beşini doldurmadı, erken ama ne yapabilirim ki, diş bir süredir sallanıyordu, bir baktık dilinde. Telefon etmeye korkuyorum artık. Ne annemin sesini öyle duymak istiyorum, ne de can sıkıcı bir haber. Dün gece babannem fenalaştı bir ara. Her zaman dimdik görmeye alıştığ...

Haberler

Kuşadasındayım. Küçüklüğümden beri bildiğim bu siteye işe ara verdikten sonra daha sık gelir oldum. Buradaki dingin hayatı seviyorum. Hava sıcak ama esiyor. Kereme ve bana bisiklet kiraladık. Sabahları yüzüyoruz. Öğleden sonraları siesta. Akşamları yürüyüş. Kapının önünden traktörle karpuzcu geçiyor. Sahilde süt darı. Bol bol yiyoruz, günde bin öğün falan. Alacakaranlık serisini aldım, her gün bir kitap bitiyor. Kitaplar iyi geliyor, düşünmemeye çalışıyorum. Canım sıkkın. Annemin sesi kötü geliyor. Kardeşim resmen acı çekiyor. Her yerden bir patlak veriyor artık vücut. Şu ilik konusu da can sıkıcı. Parasını verdiğimiz halde ilikleri tek tek getiriyorlar, her birinin burada bir ay süren testi var. Bir arada gelseler, bir arada bakılacak. Gelen ilik uymadı, hadi şimdi baştan bekle, gelecek de, test yapılacak da, uyacak da... Eve dönüşümüz yakın. İnşallah iyi haberlerle döneriz. Hani vücudu biraz toparlasa, biraz eve çıkabilse ona da razıyım şimdilik...

Bir süreliğine,

Resim
Aslı kaçar...

Doğru söze ne denir?

Bayılıyorum Ece'nin yazdıklarına.Şuradaki "fırlatma psikolojisi" üzerine yazdıklarına o kadar çok güldüm ki paylaşmak istedim. CANIM ÇOCUĞUM SANA GÜLMEDİM, GELMİŞ GEÇMİŞ OLSUN :)

İyi olacak...

Kardeşimin durumu zorlaştı yine. Zatürriye geçti diyorken başka bir yerden patlak veriyor. İştahı yok, ağrısı var. Anneme moral olan tek şey oğluşun sesi. O da o kadar şımardı ki burada kuzenlerinin yanında, telefonda anneannesi ile konuşmuyor. Şunları atlatalım bir kemo sonuçlarına göre yeni ilaca başlanacak. İliklerden de henüz sonuç yok. Ne yazık ki kanser bir çok insan için rant sağlamanın en ballı yolu. Uyum sağlıyor diyerek her biri için para istedikleri iliklerin kimilerini test yapacak kadar bile uygun bulmamışlar burada. Paraya değil zamana acıyoruz tabii. Sağlık konusunda nasıl bir para tuzağı kurulduğunu, ilaç şirketlerinden kimi doktorlara kadar ne kadar büyük bir ticaret ağı oluştuğunu, insanlar birazcık hasta bile olsalar sırtlarından ne kadar çok para kazandıklarını her hastalık haberi ile tekrar tekrar görebiliyorum. İğrenç bir durum. Şimdiki aklım olsa oğluşumun her farklı hastalığında farklı doktorlara gitmez, her doktorun verdiği her farklı ilacı almazdım, şimdi bunu...

Sıcak, çok sıcak...

Serin hava dalgası bitti. Esiyor ama sıcak esiyor. O kadar sıcak ki güneşe çıktığımda resmen tenim acıyor. Gece yaşıyoruz artık. Akşam çıkıyoruz dışarıya. 2 hafta ortalarda olamayacağım. Yarın Alaçatı. Sonra kuzenlerle tatil köyü. Sonra bizimkilerin yazlığı. Sonra mı? Dönüyoruz eve. Sevgili isyanlarda...

İzmir macerası

Arman'ın yazı dizisinin İzmir maceralarını gülümseyerek okudum. Gerçekten de birebir anlatmış. O teyzeyi görür gibi oldum. Hatta muhtemelen o teyzeyi biliyorum :)

Mmmm...

Özlemişim. Eski arkadaşları, İzmirin tatlılarını, Kordon'da bira içmeyi. Karşıyaka'nın ışıl ışıl gerdanına bakmayı. İzmir'in insanları da, gözünün gördüğü de, ağzının tadı da bambaşka, kıskanmasınlar boşuna. İyi geldi...

Biraz daha anlayış pliz...

Ayşe Arman'ın yeni yazı dizisini takip ediyorum. Her ne kadar bahsettiği " Öteki kesim"den olmasam da, ve her ne kadar yaptıkları bir çok şey bence islami kesimi yozlaştırmak olsa da, sanırım insanların fikirlerine, seçimlerine ve seçtikleri yaşam tarzlarına hem Arman'dan hem de o bahsettiği İslami kesim taraftarı bir çok insandan daha saygılıyım. Belki bugüne kadar gittiğim ülkelerde gördüklerim, belki okuduklarım,belki dinlediklerim etkili ama ben biraz daha farklı bakıyorum olaya. Bu sebeple kurduğu kimi cümleler beni rahatsız etti. Bazı konularda cahil olduğunu düşündürdü. İnsanın cahil olduğu bir konuda günlüğüne yazar gibi yazmaması gerektiğini hatırlattı. Eminim bu yazılarından sonra ona gelecek absürd yorumlar olacak, onları okumak da rahatsız edecek beni. Yazdıklarında doğruluk payı yok mu? Var. Hem de katıldığım çok nokta var.Bazen benim de kadınları tutup silkeleyesim geliyor, ama elden gelen bir şey yok. Birbirimizi anlamaya çalışmak, bilgilendirmek ve kar...

Yok...

Bu erkekleri anlayabilmek imkansız...

Kadın olmak zor iş...

Ben koyu saç insanıyım doğam bu. Ancak atalarımdan yadigar DNA mızda piyango bana vurdu ve ilk beyaz telim 18 imdeyken çıktı. Velhasıl sonraki yıllarda iş stresi, doğum ve her ay yaptırdığım saç bakımına rağmen mecburi renklendirmelerimle arttı. İnsanların şaşırdığı saçımın bu dönüşümünden çok bunu kendimle son derece barışık bir şekilde herkese itiraf edebilmem oluyor sanırım ama bu benim doğam, saklayacak ne var? Bugüne kadar bir kere balyajla açıklaşan saçım eşimi ilk gördüğünde şokA uğratmıştı, bu sabahki kuaför buluşmam sonrası bu akşam nasıl bir şoka girecek bilmiyorum. Muhtemelen oğluş gibi beğenmeyecektir ama ne yazık ki artık her hafta kuaföre taşınmamak için yapmam gerekeni yaptım. Açık bir kahve ile sarı arası bir şey oldu, bana sorarsanız berbat oldu ama kuaför ve eş dosta göre gözüm alışınca beğeneceğim. Rengini açtıkları için tatlı mı tatlı canım da çok yandı, bir daha kısa sürede kuaföre uğrayamam değiştirmek için. İşin fenası güneşlenmediğim halde rengim çoktan koyulaşt...

Müjdemi isterim...

Zenginlerin zenginleştiği, fakirlerin fakirleştiği deliren, delirten, özenti batağına düşmüş bayağılaşan basitleşen, cahilleşen, geleneğine göreneğine, tarihine, ATAsına yabancılaştırılan 3. dünya ülkesi ile insanların hala istediği gibi giyinebildiği bir kaç şehri kalsa da kimi açılardan hala Avrupai görünebilen ama imkanı yok Avrupa birliğine giremeyecek olan ülkesinin iki kişiliği arasında sıkışıp kalan ülkemde hala müjdeli haberlerim var. SSK emekli maaşlarına 11 lira zam yapılmış! Dikkatinizi çekerim 10 değil 11 lira. Ellerinden geleni yapmışlar anlayacağınız. E artık annemde bozdurur bozdurur harcar, eminim her kuruşunda da devlet büyüklerimizi gayet güzel anar :) Dip sos: Bugünkü Bekir coşkun, Yılmaz Özdil yazılarını okumanızı öneririm. Özellikle Bekir beyin benzetmeleri yine harika. Devlet büyüğü gören vatandaşın tepkileirne dikkatinizi çekerim...

Ne şehvetmiş yahu...

"Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır.Yeryüzündeki kimi insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Allah''ı kullanırlar. " Bruno İşte size bir örnek...

Urfa misafirperverliği ve kahve falı...

Bugün ilk kez bir Urfalı aileye davetli olarak gittim. Nasıl misafir ağırladıklarını duymuştum ama görmemiştim. Harika ağırladılar. Tahminen 3000 kalorilik menü de yaza özel bir tür çiğ köfte de vardı tabii. Misafire hediye de verilirmiş, hediyemi de aldım geldim. Dönmeden kahve falıma da baktılar. Aman ne haberler aldım, neler neler... Kardeşime yurt dışından bir doktor mu ilaç mı ne gelecekmiş. o çok işe yarayacakmış. Biz yeni bir ev mi ne bir şeye giriyormuşuz, sonucu iyi olacakmış. Bir de bebek görünüyormuş bana bir kaç ay içinde. Kızım olacakmış ;)))

Şık ama işsiz kadın...

Bu sene kendime bir şey almayacağım dedim kendi kendime. Hele yurtdışından dönüş yaparken bavullara sığmayınca giyecekler, hele o götürüp getirdiğim bir çok şeyi giymeye fırsat bulamamışken, hatta üzerine de alışveriş etmişken, hayır dedim, almayacağım. Alışveriş isteğimi yeni evin döşenmesinde körelteceğim dedim. Tamam iyi hoş da, o şehirden bu şehire dolaşırken öyle şeyler çıktı ki karşıma, kendimi bir şekilde torbalarla buldum. Zaten can sıkıntısına birebir... Memleketim öyle krizde ki, kapanan butikler öyle cazip ki komik değil trajikomik fiyatlar var. Vay tekstilin haline... Sektör böyle devam ederse, şık ama işsiz bir kadın olarak geçireceğim bu kışı da...

Haber geldi!!!

Haberler iyi. Çok mutluyum, mutluluktan ağladım bugün. Teşekkürler, teşekkürler, teşekkürler...
Huzurla, sağlıkla, mutlulukla, çocukça mutsuzluklar, yada çok yaralamadan yaşanan kayıplarla geçen ömrümde en çok başkalarının çaresizlik hikayeleri ağlattı beni. Çaresizlikten çocuğuna süt bile alamayan annenin üçüncü sayfa haberi, yada çaresiz kalıp herşeyini terketmek zorunda olanlar gibi. Çaresiz olmak ne zor şey diye düşünürdüm. İnsanın parasız kalıp çocuğuna süt alamaması ne kadar acı. Meğer sadece düşünürmüşüm. Çaresizliği yaşamak başka bir şeymiş. Elinden bir şey gelemeden beklemek, beklemek, beklemek... Hayatına devam ederken, içindekini hissettirmeden, ne hisettiğini belli etmeden, hissettiklerinin ne olduğunu düşünmeden biriktirmek. Acı çekerek, acıyla başka başka şekillerde baş etme yolları geliştirerek. Hayatına hiç bir şey olmamış gibi devam etmeye çabalarken, bir devekuşu gibi kafamı gömdüğüm yerde, hiç düşünmemek... Ya da düşünmediğini zannederek kendini kandırmak. Her gece kabus görmek. Kendini avutmak, İyiye yormak...