Kayıtlar

Eylül, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Çok özlüyoruz...

Onu kaybettikten 55 gün sonra , şimdi şimdi onun hakkında düşünürken, aslında o inanamazlık evresinin değil, bu kabul ediyor olma aşamasının daha acı verici olduğunu farkettim. Çok yakınlarını kaybedenler, onsuz günleri sayıyoruz derlerken onları anlayabildiğimi zannederdim, palavra ! Bedeni 55 gündür bir toprağın altında, ruhunun bulutların üzerinde olduğunu hayal etmek yaramıyor bazen, düşününce dehşet verici geliyor herşey, bugün gördüğüm, bir türlü uyanamadığım kabus gibi. Tersine işte, hep uykum var...

Yeni bir yaş...

Haftasonu doğumgünümü kutladık. Bizbize. Özel bir şey yapmadık, yapamadık, içimizden de gelmiyordu. Sabah annem aradı. Kardeşimin telefonunun alarmı ile uyanmış sabah. Ablamın doğumgünü diye not almış. Çok uzaklardan kutlamış oldu doğumgünümü. Garip... Pino kardeşimin kedileri ne çok sevdiğinden bahsettiğim bir post sonrası bizim için kediler resmedip kargoladı. Benim için anlamı da değeri de çok büyük. Bir daha bir daha bir daha teşekkürler Pino. En kısa zamanda fotoğrafını çekip buraya ekleyeceğim. Vij şahane bir pasta yapmış, eşim yeni yaşımı yeni bir nazarlıklı kolye ile, sevgili arkadaşlarım da iyi dilekleri ile kutladılar. Her biri benim için çok değerli. Canımı sıkan ise evlerin teslimatının gecikmesi oldu. Bir ay daha kolilerin içerisinde yaşayacağız. Bir taşınabilsek tek tek her detayla ilgilenip, nihayet bir düzen kuracağım ama biraz daha sabretmem lazım. Bitirebilirsem onları da fotoğraflar meraklıları için yayınlarım. Bugün ilköğretim haftası ile yeni okulumuza resmi olarak...

Eşref Armağan

Video: Ankaralı Eşref Armağan Benzer: eşref , armağan , discovery

Siz siz olun yunus gösterilerine gitmeyin...

Resim
Bu yaz yapacaklarım listesinde ilk sırada dövme ikinci sırada yunuslarla yüzme deneyimi geliyordu. Malum acımız büyüktü bir şeyi görmedi gözüm. Geçtiğimiz senelerde oğluşu alıp bir yunus gösterisine gitmiş ve çok sevmiştik. Sonrasında bir kaç arkadaşımın facebook da yunuslarla yüzerken çekilmiş resimlerini görmüştüm, çok hoşuma gitmişti. Taa ki, Hürriyet'te okuduğum belgeselci Savaş Karakaş' la yapılan bir ropörtajı okuyana kadar. O haberden sonra tüm fikrim değiişti. Bırakın gidip yüzmeyi izlemeye dahi gitmem bile bile. Gazetelerde çıkan "ünlü bilmemkim yine yeniden yunuslarla", haberlerini de üzüntü ile okuyorum artık. Onların bu haberi duymadıklarını varsayıyorum, aksi taktirde vicdansız olmaları lazım. Bu sebeple de duyurmayı borç bilirim. Bu sefer link vermeyeceğim çünkü okunmadan geçilmesini istemiyorum, mutlaka okuyun... Savaş Karakaş bu yunusların balıkçılar tarafından avlanmalarından kamyonlara, koyteynırlara tıkılıp taşınmalarına kadar yaşadıklarını anlattı:...
Can Dündar’ın fırtınalar koparan belgesellerinden değil, fırtınalar koparan fotoğrafından açıldı konu. Fotoğrafa bakarsak, liseli aşıklar gibi uzaktan uzağa hoş bir öpücük. Ama kahramanlardan birine bakarsak, Can Dündar. Haber olan haberci. Bir erkek. Erkeğin elinin kiri diye düşünenlerdenseniz anlayışla karşılayabilirsiniz belki. 18 yıllık evli. Eşi belki bunu geçici bir heves olarak görebilir, antropoza girdi geçecek diyebilir, veya sineye çekebilir, Ya da bir kalemde silip atabilir.Bu onun bilebileceği bir şey. Bir çocuk babası. Hmmm. Şimdi durun orada… Ne yazık ki erkeklerin eşlerinden boşandıkları anda çocuklarını da boşadığı bir dünyada yaşıyoruz. Her ne kadar ben öyle bir baba değilim diyenler çıkacak olursa da çocukları her daim yanlarında değilse, babalık biraz da şam babalığından öteye geçemiyor. Ama anne babası bir ayrılıp bir barışan arkadaşım da bana , keşke ayrılsalar da evde huzur olsa demişti bir gün, hiç kulağımdan gitmedi o söz. Huzursuz bir evde büyüyen çocukta oluşa...

Muhteşem hayat hikayeleri

Ben harikayım. Hayatım da harika. Of nasıl anlatsam bilemiyorum, öylesine muhteşem ki. Çok iyi biriyim ben. Herkese canım cicim dememden belli değil mi? Her zaman gülümserim. Hiç bir derdim tasam yok. Gencim, güzelim, bakımlıyım. Harika bir yerde oturuyorum. Harika arkadaşlarım var. Zaten herkesle ilişkilerim harika. Her hafta alışverişe çıkarım. Aslında elimden tasarım da gelir, bakın ben ne yaparsam harika olur. Şahane giyinirim zaten, bakın bu giydiklerimden de belli olmuyor mu? Kocam harikadır, canım benim. Aman bir yakışıklı bir akıllı, bir havalı ve parantez içinde paralı. Çocuklarım desen eşi bulunmaz. Hem güzeller hem akıllı. Haaa, ben de akıllıyım tabii, bana çekmişler, gerçi kocam da çok akıllı, ona da çekmişler. Aşığız biz bu arada. Şahane bir işim var.Olmasa da yaratırım ben kendime iş. Evimi dekore ederim şöyle şöyle. Bilmemnereden alırım şunları, aman şu açılan yeni shopping de şahane bu arada. Kızlarla orada buluşup kikirdiyoruz zaman bulabildikçe. Çok meşgulüz biz. Ama ...

Var mısın, yok musun?

Anıl yok bu bayram. Küçük Dila'da yok. Sorumluları cenazede yok. zaten içlerinde en ufak bir huzursuzluk da yok. Münevver yok. Katiline hizmette kusur yok. Sorgu sual yok. İnsanlarda para yok. Ama öyle saf ve iyiniyetliler ki isyan da yok. Hayata gülümseyerek bakmaya çalışıyorum ama içimde en ufak bir huzur yok. Bu bayramın yoklukları yok etmesini, herkese huzur, mutluluk, refah getirmesini dilerim. Bir tek ümit var...

Gerildim...

Dün Anıl'ın kırkıydı. Bu sefer isteği üzerine duası teyzemin evindeydi. Eş dost yalnız bırakmadı. Bir de okumak için bir komşumuzun arkadaşı geldi. Ağzına sağlık okudu, Allah kabul etsin ama arkasından gelen o bildik ses tonu ile karşısındaki salak yerine koyan cümlelerle yapmaya çalıştığı sohbet beni her zamanki gibi gerdi. Hani saçımız başımız açık diye o kadar eminler ki dinimizi bilmediğimize, bana hala bilmemkimin iyilik yap iyilik gör hikayesini, aç doyurmanın faydasını veya dürüstlüğü anlatıyorlar. Şeker kızım, benim senin yaşın kadar ( Biraz abarttım ama), annemin teyzemin veya oradaki hanımların da yaşının 3 katı kadar hayat deneyimi var. Senin her evde pikap takmış gibi söylediğin cümleleri biz zaten biliyor ve uyguluyoruz. Başımızdakilerin güttüğü koyunlar gibi gün yüzünü yeni görmedik ki senin söyleyeceklerini ağzımız beş karış açık dinleyelim. Neyse... Dün gece de facebook da Amerikalı bir arkadaşın bir bağlantısının altına yapılan yorumlar üzerine bir gerildim. Tatlı...

Okul mu banka mı?

Bugün oğluşun anasınıfında ilk günüydü. Beni neden erkenden aldın diye söylendi öğlen gittiğimde. Okul ücreti için gidip bankada hesap açtırdım, bin tane yere imza attım. Ne o? Okul ücreti ödeyeceğiz diye kağıt israfına bak. Selin bir diğer sorumlusu bankalar, bu kadar kağıt kullanıp, ağaç katletmeye verdikleri destekten dolayı... Okuldan bir liste verdiler almamız için. Orada yazılı olan malzemeleri ne zaman kullanacaklar merak ediyorum doğrusu. Kağıt, yapıştırıcı vb ya verdiğim para 100 küsürü geçti daha ilk günden. Anlamadığım o koca paket A4 ü ne yapacak oğluş. Listedeki her şey kırtasiyeden bulunuyor diye herşeyi bulabileceğim bir kırtasiyeye attım kendimi. Bayağı bir kazıklandım sanırım. Özellikle de Play Doh'larda. Tavsiye ederim kırtasiyede de internetten alışveriş daha hesaplı ve kolaymış meğerse. Bunlara sonra İngiltere'den gelecek kitapları ve üniformaları da eklenecek. Hadi bakalım... Yarın da servisi ödemem lazım. Bugünlerde bankamatik gibi hissediyorum kendimi. Ga...

Bülentciğimle ev dekorasyonu

Resim
Şu an bu fotoğrafın yerinde seçtiğim bir dekorasyon örneği durmalıydı. Oysa meşhur kararsızlığım onu da yapma şansı bırakmadı. Ama neyse ki divanın bu fotoğrafını görme şansına eriştim. Her gün tüm dekorasyon fikirlerini gözden geçirmiyormuşum gibi, bugün de saatlerce bilgisayara kilitlenince, Türk kahvesi, Eti stciks naneli ve böyle "şahanenteresan" fotoğraflar keyfimi yerine getiriyor. Son durum şudur: Büyük koltuk kahve kadife olacak, tek kişilikler bej, oturma odasını- nedense bizler 30 küsür mt karelik bu alanlara salon diyoruz ve hatta halkımızın hala çoğu burayı misafirden misafire kullanıyor- yemek masasından ayırmak için yanık oranj bir puf yaptırılacak. Yanık oranj da dahil olmak üzere güneş renklerinden obje ve kırlentler seçilecek. Salonda doğal renklerin ve güneş renklerinin karışımından hoşlandığımı farkettim. Ve hatta her odanın banyonun ve mutfağın doğal tonlarla kombinlenen kendine ait bir renk hikayesi olacak. Sandalyeler bej deri. Perdeyi ve avizeyi yenile...

Vampir serisi 4

Klasik sıkıcı bir teen filmi mi, yoksa diğerleri ile yarışabilir mi göreceğiz.Şimdilik Eh işte diyebilirim, 10 eylülde tv de, izledikten sonra fikirlerimi söylerim...

Felaketin ardından gülmek bize yakışmazdı ama...

Güldüm güldüm güldüm. Sabah neşem ondan geldi.Çok yaşa e mi Melih bey. Aşkı memnu da değiliz hala. O konuyu geçtik. Geçtiğimiz yılarda susuzluk çeken Ankara'lılara başka şehirlerdeki akrabalarınızın yanına gidin diyerek akıl veren ve bu verdiği akılla da beni hayran bırakan beyefendiden bahsediyorum. Hani herkesin bir yerlerde akrabası var ya. Herkes 2-3 kişilik aile. Nereye gitseler ağırlanırlar. İşleri güçleri de yok. Atlarlar arabalarına yazlıklarına, eş dostlarına giderler. Susuzluk sorunu yok olur. Sussuzluğun tek sebebi de yağmur yağmamasıydı zaten. Mevlam yağmur vermediğine pişmandır bize, ne zeki çözümler ürettiğimizi görünce. Şimdi de, hani yağmur geliyor ya Ankara'ya, sonradan mesuliyet almamak adına yine zekice bir açıklama gelmiş. Üst katlara çıkın demiş. Hani dere yataklarına yapılanlar triplex villa ya. Gecekondu falan da yok elhamdülillah. Herkes ya üst kat komşularına çıkacak, yada evlerinin üst katlarına. Valla hayranım. Melih beye. Espri yeteneğine. Pratik zek...

Bildim !!!

-Annesi gördü. -Hayır hayır Matmazel gördü. -Nihal'in görmediği kesin. Soğukkanlı duramazdı. -Ama romanın aslında Nihal öğrenmiyor muydu? Ben size söylemiştim kızlar. Dediğim çıktı işte. Beşir gördüüü !!! Arap dünyasında Türk kadınlarını adeta birer Nataşa gibi algılatan dizilerimize son örnek oldu Aşkı Memnu. Ne yazık ki gerçek bu. Oralarda sanırım bu algılamanın sınırları zaten oldukça dar. Yani süslenip sokağa çıkmak da yeterli olabilir kimi yerlerde. Geçen sene ecnebiyadayken Arap bir komşumuz şaşkındı izlediği Türk dizilerinden sonra. Duymuşsunuzdur Arap kanallarında furya bizim diziler. Hem cık cık cık yapıyor, hem de bir yandan özeniyorlar ki izliyor, izlemeye de doyamıyorlar. Bir zamanlar Brezilya dizileri bizde neyse o. Türk kadınlarını her daim şık, bakımlı, relax buluyorlar dizilere bakıp. Bir gün de bana herkes öyle büyük boğaz kenarındaki evlerde mi yaşıyor diye sormuştu. Evet dedim, tabii ki. Gülmekten gözlerimden yaş gelmişti. Anlayacağınız çok ciddiye alıyorlar biz...

İnanılmaz !!!

Sizce de inanılmaz değil mi? Uzakdoğuda fakirlik sınırlarında bir ülkede olsa tamam. Ama ya Avrupa birliğine vitrin olan bir büyükşehirde? Bir büyük şehirde selden 30 kişi ölür, daha onlarcası kaybolur mu? Avrupa'da büyük şehirlerde sel olmuyor mu? Doğa ana oraları hiç vurmuyor mu? Vuuryor. Daha geçtiğimiz senelerde Avrupayı seller götürmedi mi? Orada da insanlar öldü. Hatta ölü sayısı İstanbul sel felaketinin ölü sayısına yakındı. Ama Tüm Avrupa'da. Sadece bir ülkede değil. Sadece bir şehir de değil. Hele bir büyükşehir de hiç değil. Çünkü orada şehirleşme var. Biz de yok. Başkan suçu doğa anaya atmış dün de: “Bu insanoğlunun geçmişten bugüne kadar doğayı çevreyi hoyratça kullanmanın faturası. Amerika’daki sel baskınları, uzakdoğudaki sel baskınları, Avrupa’daki sel baskınları, bu dünyanın her tarafını yokluyor. Buzullar erimeye başladı ekolojik kıyametten bahsediliyor, iklim değişiklikleri ciddi anlamda sinyallerini veriyor. Şu anda İstanbul ve Türkiye sonbahar mevsiminin yağ...

Son dakika.

Bir önceki yazımda bahsettiğim gibi suçlu bulundu. Belediye başkanımıza göre bunun sorumlusu İSTANBUL'lunun SORUMSUZLUĞUYMUŞ!!! Yani alt yapı süper, bilinçsiz yapılanma yok, dere yatakları yerli yerinde. Orası burası imarsız yada imarsız olması gereken yapılarla dolu değil. Gazeteler de ölü sayısını abartıyor zaten. Arabalarda mahsur kalanlar yok, fabrikaların yağmalandığı da külliyen yalan. Gelişmiş ve gururlu bir ülkede bir başkan ne yapardı sanıyorsunuz? Tabii ki sorumluyu bulurdu. İstanbullu...

Bu yazının başlığı ne olmalı?

"Dünyanın içine ettik, intikamı acı oldu !" yada, "Cehaletin sonucu felaket getirdi. " "Rant hırsıyla dağ taş ev oldu, kesilen ağaçlar öcünü aldı. " diyebilirler. "Ağaçları kesmenin, denizleri doldurmanın sonucu mu? " diye sorabilirler. Şöyle de diyebilirler: "Altyapısız metropol !!! " Sorabilirler: "İstanbul nasıl yönetiliyor??? " Anlayacağınız herkes birbirini suçlayacak. Kimse suçu üzerine almayacak. Depremde kağıt gibi yıkılan evleri yapan da doğa anaymış gibi depremin sonucunu kadere bağlamıştık. Görün bakın bunu da ona bağlayacaklar. Herkes sütten çıkmış ak kaşık hayatına devam edecek. Olan kaybolup giden canlara olacak. Başlıklar her şeyi anlatmıyor mu? Ya da Tv da gördüğümüz dünya metropolü İstanbul'un dünyaya açılan kapısı olan havaalanı yolunun içler acısı hali? Bu başlıkların altına bir yazı yazmaya gerek yok... Not: Çocukları gözü önünde sele kapılan adaşımla kalbim. Biri salim bulunmuş, duacıyım Dila'da bu...

Yorum

Ben eski blogcuyum diyen bir çok insandan daha uzun zamandır blog tutuyorum. Hal böyle olunca az çok insanların yazım şeklinden karakter tahlili yapabiliyorum. Buradan tanışıp arkadaş olduğum harikulade insanlar olduğu gibi, beni sırf üzmek için buraya bir şeyler karalayan insanlar da oldu. Bir yerden sonra beni pek bir şey şaşırtmıyor. Nerden mi geldik bu konuya? Bir arkadaşım söyledi, izlediği bloglardan birinde hararetli tartışmalar çıkmış. Olabilir. Herkes aynı fikirde değil ki. Önemli olan empati yapabilmek, biraz olsun sempati duyabilmek. İnsanları dinleyebilmek. Az ve öz blog okuyorum, bazen bir anda bir çok blogu dolaşıyorum, ama uzun zamandır hiç kimseye bir tek yorum yazmıyorum. Oraya da yazmadım. Ama yazabilseydim, haklısın demek isterdim. Düşündüklerinde haklısın belki ama blogger olmak da istediğin konuda istediğini insanlarla paylaşabilmek değil mi? Kişisel bir günlükse bir gün bir problemini yazarsın oraya, bir gün izlediğin bir filmi eleştirirsin, bir gün sadece bir res...

Vampir serisi 3 Ben Eric fanıyım...

Resim
Yerden yere vurduğum ama izlemeye devam ettiğim diziye geldi sıra. Bu hafta yayınlanmasını bekliyorsanız biraz daha sabır, bir hafta aradan sonra - Lost'da yapıyor ya bunu her nedense- haftaya sezon finali ile geliyor. Saçmasapan gelse de kulağa aslında bir çok doğa üstü olayı da işleyen dizide eskilerin köylüsü Bill ile küçük kasaba kızı Sookie'nin aşkı etrafında olup bitenleri izliyoruz. Bu dizide diğerlerinin aksine vampirler aşikar dolaşıyor, ama pek sevildikleri de söylenemez. Sookie beyaz tenli aptal sarışın görüntüsü altında vampirlere çekici gelse de başka şeyler gizliyor. Aslında akıllı sayılabilir ve diğer insanların aklını okuyabilme gibi bir yeteneği var. Ancak vampirlerin aklını okuyamıyor ve bu da onları kızımız için daha çekici hale getiriyor. Sookie'nin gelecek bölümlerde muhtemelen ortaya çıkacak başka maharetleri de var sanırım. Yine de Eric gibi havalı bir vampir Bill ile tencere kapak olan bu kızda ne buluyor anlayamıyorum. Vampirlere özel feromon falan...

Vampir serisi 2

Resim
Dedektif Mick ST. JOHN, insanlara karşı suç işleyen hemşerilerini - ki onlar diğer vampirler oluyor- yakalayan bir dedektif. Hikaye Angel'a benziyor, bunda korkunç yaratıklar yok sadece, ki bence bu sebeple daha gerçekçi ve güzel - sanki vampirler gerçekmiş gibi- ama sanırım yine aynı sebeple yeterli ilgiyi görmediğinden ilk sezon sonu iptal edilmiş bir dizi. True Blood gibi yapımların ilgi görüp de bunun görmemesi Amerikan halkının fıkralara konu olan IQ seviyesine iyi bir örnek olduğunu düşünüyorum. Buna rağmen True Blood'u takip ediyorum ben de, keçinin olmadığı yer hesabı. Konu kısaca şöyle: Altmış yıl önce, düğün gecesi karısı tarafından ısırıldıktan sonra vampire dönüşen Mick’in hayatı o geceden sonra tamamen değişir. Artık bir vampirdir ve çeşitli ihtiyaçları vardır. Bu noktada da yardımına diğer vampir dostları yetişir. Evet, Mick yalnız değildir. Onun gibi birçok vampir daha vardır ancak uzun yıllardır dikkat çekmeden yaşamayı başarmışlardır. Mick’in en yakın arkadaşı,...

Vampir serisi 1

Resim
Ruh halimin bu günlerdeki seçimlerimle ilgisi yok. Küçüklüğümden beri Stephen King okuyorum. Ruh halimin " Dead like me" izlemekle de alakası yok ama iyi geldi. Kimi filozofça sarfedilen cümleler ve ölümün son olmadığı fikri sezonu bir çırpıda bitirmemi sağladı. Neyse konuya dönelim. Her şey beklemede olduğumuz yaz günlerinde kendimi oyalama isteğimle başladı. Aslında o zamandan bir ay kadar önce Twilight'ı arkadaşımın - soundtrack harika Aslı, filmi izlerken dinlemelisin- ısrarları ile indirmiş ve bir kaç kere izlemiştim. Küçüklüğümün korkunç 80 li yıllar filmlerinde yer alan vampirlerden farklı bir profil vardı önümüzde. Sonra dediğim gibi o yaz günlerinde gidip serinin tümünü, 4 kitabı da aldım. 4 kitap 4 günde bitti. İlk iki kitap iyiydi, 3. sü biraz sıkıcı gelse de 4. sü Stephen tadına yakındı. Sanki son kitabı aynı yazar yazmamış gibi. Şimdi merakla- neden bu kadar merak ediyorsam, konuyu artık ezbere biliyorum- serinin 2. filmi New Moon Twilight Saga' yı bekliy...

İşte bu da,

Resim
Boyamak için yaratıldığımın resmidir...

Oyalamacalar

Mutfak masamı zımparaladım, sonra vernikledim, hoşuma gitmedi, bir daha vernikledim, olmadı bir daha. Sonra ahşaplarımı boyadım. Ekmek kutusu, tepsi ve kapı önü için servis kutuları yaptım. Ama üzerlerini boyayarak değil yapıştırmayla. Oysa boyama çok hoşuma gitti. Bir boyacıya çırak mı olsam acaba diye düşündüm. Bütün gün ne sorun ne stress, zaten boya yapmak yeterince alıyor olanı da. Bir sabah kalktım sabun yaptım evde. İkea nın buz kalıplarına koydum. Beyaz çikolata gibi oldular, çocuklardan uzak tutmak lazım. Şimdi yatak odası avizesi, mumlukları ve küçük sehpayı elden geçirmeye karar verdim. Adamı bayıltana kadar kaplamacıya gidip kumaş seçtim. İnternette her nevi dekorasyon sitesine girerek fikirlerime fikir kattım. Bulmaca çözdüm. Elime geçen her şeyi okudum. Koli yaptım. Bir sürü şeyi attım, dağıttım, gönderdim. Eski resimlere baktım. Bazı eksikleri aldım. Bu arada dandik " True Blood" un bağımlısı oldum, "Güz sancısı"nı izledim ve yer yer sıkıcı gelse de ç...