Kayıtlar

Şubat, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Öküz ailesi

Öküz, karısı inek ve çocukları buzağılarla ahırda mutlu mesut yaşar. Biz de onları uzaktan mutlu mesut seyrederiz. Ancak ne zaman ki iki ayaklıları ahır dışında karşımıza çıkar, işte o zaman o kendimizi kaybederiz... Öküzler her yerdedir. Trafikte sıklıkla karşımıza çıkarlar. Kalabalıkta omuz, daha kalabalıkta çimdik, tenhalarda laf atanları vardır. Yanımızdan geçen yüzlerce öküz her gün bir ritüel gibi yere tükürür, suratına sigara tüttürür, yüksek sesle cep telefonuyla konuşur. Dişilerini TV da saçsaça başbaşa yoluşurken, sokağın köşesinde arsızca ağlayan çocuğunu tokatlarken, gözlerini dikip sana bakarken yakalayabilirsin. Çocukları ana baba terbiyesi almadığı için herkesi rahatsız etmeyi kendisine hak görür. Bunların biraz daha tehlikelileri sonradan görme tabir ettiğimiz bir zamanların Özal zenginleri gibi  Pak Parti dönemi zenginleridir ki, kendilerini " Kıroyum ama para bende" diyerek nitelendirecek kadar duble öküzlerdir. İsteklerinin sınırı yoktur, her şe...

...

Resim

Paris, kitap, film...

Resim
Uzun zamandır, hatta sanırım 2 ay oldu kitap okuyamadım. Vakit olmadı. Malum fuar hazırlığı, Kerem'in okulu ve zamanımı kaçırdığım filmleri izlemeye ayırmam ile geriye sadece uyumaya zaman kaldı. Ama bu arada 10 dan fazla film izledim. Zamanında hakkındaki yorumları yazmadığım için de hakiyle kafamda yer etmeyen filmleri unuttum bile. Bu kitabı da yolculuk için aldım. Paris'e giderken okunabilecek daha iyi bir kitap var mı? Paris demişken, artık bizim fuarları Berlin, NY ya da Paris yerine biraz da İtalya'nın güzide şehirlerine alsalar? The Tourist'i ne kadar yerden yere vursalar da sıkı bir Angie ve İtalya hayranı olarak mest olduğumu ve "İtalya'ya gitmeli hatta orada yaşamalı"  rüyamı depreştirdiğini de söylemeliyim. Ancak o kadar film içinde beni en çok etkileyenin Black Swan olduğunu da söylemeliyim. Tüm ödülleri toplayarak Oscar'a doğru giden Natalie Portman bu film ile sadece bir bebek ve hayatının aşkı olduğunu söylediği adamı kapmakla ka...

Azgın Teke

Hayır size Defne'nin ölümünün üzerinden kaymak yemeye çalışan adamdan  bahsetmeyeceğim. Hayatta sadece çirkinlikler yok. Basit naif şeyler de var hayatı güzelleştiren. Neyse ki... Bizim evin salonu. Odasında sıkılan ve bu aralar sebebini çözemediğimiz bir şekilde hastalıklardan fazlasıyla korkmaya başlayan Kerem salondaki masada bir şeyler çiziyor. O sırada tv da "Azgın Teke" sçzü geçiyor. Bizimki gözler büyümüş pür dikkat ! - Azgın teke mi? O nasıl bir hastalık ? O kadar korkmuş görünüyor ki gülmekten alamıyoruz kendimizi. - Dur anneciğim anlatayım korkacak bir şey yok. Kulaklarını kapatıyor elleriyle. - Hayır hayır duymak istemiyorum. Çok kötü bir şeye benziyor. Gülememliyim biliyorum ama artık kahkaha atıyoruz. - Dur korkma, sana olmaz bu hastalık. Olsa olsa babana olur. - Babama mı ? Ne olacak, ne olacak ? - Canım benim olmayacak bir şey endişelenme ! Yok artık tutamıyoruz kendimi yaş geliyor gözümüzden. Sonra bir çocuğa anlatabileceği...

Alsancak sokaklarındaki küçük Defne…

Uzun zamandır görüşmüyorduk. Önce ben döndüm İstanbul’a. O İzmir’de kaldı. Sonra ben İzmir’e taşındığımda duydum ki annesiyle o İstanbul’a taşınmış . Televizyonda çıktı karşıma bir gün. Sonra bir kaç dergide fotoğrafı darken baktık ki bizim Defne en alasından sunucu oluvermiş. İnsan çocukluğundan bellidir ya, onun içinden gelen enerjisi ve yeteneği ile bir gün konuşarak, anlatarak, hazırcevaplılığıyla bir şeyler yapacağını bilebilmek için kahin olmaya gerek yoktu. Babam onun bu enerjisini çok severdi. Sessiz sakin ve bluğ çağına yaklaşan suratsız benim yanımda bu konuşkan  kızı sevmemek elde değildi tabii. Siz dans edemiyor yorumlarına bakmayın. Dans edebiliyordu. En azından o zamanlar şahane dans ediyordu. Yazlıktaki dans yarışmasında onu geçmiş olmamın tek sebebi daha çok tanıdığımın olmasıydı J Yıllar geçti. Pek fazla tv programı izlemem o sebeple nerelerde ne yaptığını oradan buradan duydum, taaa ki dans yarışmasına kadar. Onu görünce şaşırdım önceleri. Son zama...