Mayıs 15, 2006

Bir hafta daha böyle geçip gitti, elimde kalanlar da işte bunlar o günlerden yadigar...

8 mayıs Pazartesi

Sabahın körü, ben yine yollardayım. Neyse ki uykusuzluk çekmiyorum.Dün gece 9 da yattım,hayatımın en can acıtıcı baş ağrılarından birini çekerek.

Oğluş gideceğimi hissetmişçesine gece zırt pırt uyandı. Sabah giderken mamasını yapıp babasının yanına yatırdım.

Bu sefer o berbat Air France le uçmuyoruz.Türk havayolları gibisi yok.Uçağa girmeden dergi ve kitap alıyorum.Bu seferki rast gele seçimim “Bir zamanlar prensestim” Bir otobiyografi. En sevdiğim türlerden biri.

Uçakta eğlenceli bir film vardı.Bu sene Oscar alan yönetmenin filmi. Ben de filmin kahramanı gibi ,3 hafta sonra öleceğimi bilsem, bu 3 haftada neler yapardım acaba, diye düşünmeden edemedim. Nedense bu aralar bunu çok sık düşünüyorum.

Kahvaltı ettik, müzik, film,gazete, dergi derken zamanın nasıl geçtiğini anlamadım.Fransız havayollarında bunların hiç biri olmadığından, uyumak ve sohbet etmekten başka çare kalmıyor.Kitapsız uçağa binmek işkence gibi.Bu arada insanların üzerine böceklermiş gibi ne idüğü belirsiz bir sprey sıkmaları da cabası.

Öğlene doğru otele yerleşip fuar alanına gidiyoruz.Bu sefer alanımız küçük, eee biz de fuar alanı yerleştirme sanatını bolca icra ettiğimizden, hemen işimizi bitiriyoruz. Bugün milli bayramları, o sebeple her yer çok sessiz ve sakin. Mağazalar da açıksa, bu vitrin gezmek için her zaman bulamadığımız bir fırsat.Önce La Fayette. Bütün markaları bir arada bulabilmek kadar, mimarisi de her zaman hayranlık uyandıran bir yer.Bir ara pizza atıştırıyoruz Champ elysee de. Markaları gezmek için hemen yanındaki Avenue Montaigne’ e gidiyoruz.Geçen aylarda Nişantaşı’n da sergilenen ineklerin bir kısmı burada. Jartiyerli olan pembe dantelleri ile gerçekten çok komik.Oradan tasarım dükkanı Colet’e geçiyoruz. Oradan yürümeye devam edip kahve molası veriyoruz. Sonra otelimizinde yer aldığı Republic’e yürümeye çıkıyoruz. O kadar çok sağa sola saparak ilerliyoruz ki, tahminimize göre 10-12 km yürümüş oluyoruz o gün.

Fuarlar için gittiğimiz o kadar zaman içerisinde ilk defa bütün mağazalara girip modellere bakma fırsatı bulabildim.Gucci’nin ününü fazlasıyla hak ettiğini düşünüyorum. Bazı modaevlerinde hayal kırıklığına uğradığımı söylemeden geçemeyeceğim. Choo’nun ayakkabıları, Prada’nın çantaları, Gucci’nin elbiseleri derken maaşımı göz önüne almadan ”Bu yaz giyecek bir şey almaya ihtiyacım yok.” dediğim anda şuursuz olduğuma kanaat getiriyorum.

O kadar yürüyüşten sonra hal kalmıyor,akşam yemeği falan istemiyor insanın canı.Marketten portakal suyu ve fındık fıstık alarak odada ayaklarımı uzatıp,kitap okuyarak vakit geçirmek gibisi var mı?

Not: Gece çok yağmur yağdı. Bu otelin yine çatı katındayım ve hala buranın hayaletli olduğu hissine kapılmaktayım.Bu yüzden yatarken yıldızları seyrederim diye hayal ettiğim pencereyi kapatıp, gece lambası açık uyudum. Zaten telefonumda problem var, gönlümce konuşamadım evdekilerle

Dip not: Bugün İngilizce biliyor musunuz diye sorduğumuzda Sure diye cevap veren bir Fransızla karşılaşıp, çok şaşırdık. Acaba turist miydi?

En dipteki not: Birlikte geldiğim arkadaşım uçuşunu sabahın körüne aldırdı. Madem erken uçuş vardı ben neden öğlen gidiyorum diye hayıflandım ama artık İzmir biletini de ona göre almış bulundum. Günüm hava alanlarında geçecek, akşam oğluşumu görebileceğim ancak.

Foto: Gezi boyunca ışık ve açı olarak çekebildiğim tek adamakıllı fotoğrafla La Fayette

9 Mayıs Salı

Hayıııır !!!Sol gözüm yine kanlanmış.Bu son aylarda 3. oluyor.Kesinlikle göz doktoruna gitmeliyim.Gece ütülediklerimi giydiğimde daha da canım sıkıldı zaten.Eteğim kloş, bir de o kadar bol geliyor ki,görüntüsü hiç hoşuma gitmiyor.Eskiden olsa, bir yere giderken götüreceklerimi teker teker giyer,denerdim. Şimdi nerede ben de o lüks?Acilen eteği daralttırmalıyım, yaz da geldi,terziye taşınmaya başlarım artık. Son zamanlarda kilo verdiğim de göz önüne alınırsa hiç fena olmayacak.

Metroda bir eczane buldum, neyse ki kadın İngilizce biliyordu. Hoş bilmese de gözümü görünce anlardı ya.

Hayatımda yaşadığım en can sıkıcı fuarı geçirdim.Bu organizasyonun New York fuarı da berbattı ama bu kadar da değildi.

Akşam size daha önce de bahsettiğim antrikotçuya gittik.Yine bayağı bir sıra bekledik.Artık yemek yemek için sırada beklemeyi kanıksadım da, akşam Louis Vuitton’un dev mağazası önünde alışveriş yapabilmek için sıraya girmiş insanları görünce afalladım.

Yemekte, size daha önce şöyle bir bahsettiğim, genel müdürümüzle yaptığım konuşma hakkında konuştuk.Öğrendiklerimden sonra daha da şaşırdım.

Yine benim inandığım lafa geliyoruz.”Ne kadar anlatırsan anlat anlattıkların karşındakinin anlayabildiği kadardır”

Ben hatalarını görebilen, öz eleştiri yapabilen ve kendisini geliştirmeye çalışan biriyim. Ama anlaşılan o ki, herkes her şeyi bildiğini zannederken, insanları tanıma gereği bile duymadan, yaftayı yapıştırıyor, ve aklınca insanları değiştirebileceğini veya düzeltebileceğini zannediyor.Kimse kendi hatalarını görebilmeyi dahi istemiyor.

Olaya şöyle de bakabiliriz o zaman. Ben herkesi olduğu gibi kabul edebiliyorum diye herkesin fikirlerini onaylamak ve yaptıklarını sineye çekmek zorunda da değilim.Benim de sınırlarım var, ben de bu sınırları aşanlara tahammül etmek zorunda değilim.

İnsana şunu dedirtiyorlar, önüne saçmasapan bahaneler çıkarıp:

Öyle mi? Madem bu kadar memnun değilsiniz, işveren olarak çok rica edeceğim gereğini yapın.

Yapmayacaksan, sonradan alttan alacaksan, ne diye bu lafı söyletiyorsun bana.

Sonuç mu?

Hala şirketteyim.

Neyse işte, şu akşamki sohbette çalıştığım insanları daha iyi tanıyabilme imkanı buldum. Sanırım kendimi de iyi ifade edebildim.

Ama nasıl göründüğü ile fazlasıyla ilgili birisine, özgüvensiz biri olsam nasıl göründüğümle, kimin beni beğenip sevdiğiyle fazlasıyla ilgili olurdum, ben nasıl biri olduğumla ilgiliyim daha ziyade diyemedim.Özgüvensiz kişiliklerin kim olduğunu sorgularken yanlış anlamalara mahal vermek istediğim en son şey.Boy aynalarını kırmak istemiyorum kimsenin.

Yaftayı yapıştırıveriyorsunuz insanlara dediğimde, yafta da nedir diye soran birine laf anlatamayacağımı o an anlamıştım aslında.

Velhasıl bir kere daha kafama dank ett ki,iş hayatında dürüstlüğü abartmayacaksın,kimsenin samimiyetine güvenmeyeceksin, herkesin yalan söyleyebileceğini göz ardı etmeyeceksin.

İşte bunları sindirebildiğim gün süper bir iş kadını olacağım.

10 Mayıs Çarşamba

Dave beni öptü.

Size Dave den bahsetmiştim. Paris’in ünlü Çin lokantalarından biri.Sahibi gay bir Çinli, ama çok iyi Fransızcası ve İngilizcesi var.Bütün moda camiası oraya uğramadan ayrılmıyormuş oralardan.Gerçekten de duvarlarda emen herkesle çekilmiş fotoğrafı var.

Gittiğimiz gün de, her zamankinden erken olduğundan mı bilmem, bizi bir ihtimamla karşıladı ki sormayın. Öptü, abartılı bir şekilde iltifatlar etti, sohbet etti .Ben çevrede ilgileneceği pek fazla insan olmamasına bağladım.

Oradan çıkınca yürüyüş yaptık. Elimizde koca külah Haagen Dazs larla. Klasiktir, yine bir Türkle karşılaştık. Bu seferki başbakanlık önünde, sivil polisti.Her yerde Türklerle karşılaşmak mümkün. Biz birliğe çoktan girmişiz.

11 Mayıs Perşembe

Bugün son gün. Fuarı toparladıktan sonra ,ısınan havanın verdiği sevinçle yürüyüşe çıktım. Birkaç alışveriş yaptım. Tşirtle dolaşacak kadar sıcak. Hava da 9.30 gibi kararıyor ya çok keyifliyim.

Akşam yemek için yine Pizzacıya gittik. Aslında içkiyle aram yok, ama buraya geldiğimde kırmızı şaraba da hayır diyemiyorum.

12 Mayıs Cuma

Sabah o küçücük bavula sığmaya çalışarak geçti. Sonra güzel bir kahvaltı.

Havaalanına erken yola çıkmama rağmen, sabah trafiğinde neredeyse geç kalıyordum.Orly havaalanı da bildiğim bir yer değil, uçuşu kaçıracağım diye çok korktum.

Neyse her şeyi halledip, uçağa yerleştim.

Şansıma uçak boştu, koltuklar süperdi, kitabın da en heyecanlı yerindeydim. 4 saat kolaylıkla geçti.

Oysa, akşamki İzmir uçuşumda 40 dakika bitmek bilmedi. Oğluşumu çok özledim.

Uçuş arasında Londra’ya uçacak bir arkadaşımla buluşup havaalanında laflama imkanı buldum, en azından zamanım boşa gitmemiş oldu.

Akşam oğluşuma sarıldım, sarıldım, sarıldım…

Not: Oğluş pazartesi günü düşmüş, kaşı açılmış, dikişe gerek duyulmamış, ama bana da haber vermemişler. Annemin suratı bembayazmış.

13 Mayıs Cumartesi

Oğluş suratıma bakmıyor. Her seyahatte daha da babacı oluyor zaten, canım sıkılıyor. Evde oturacağım ben, olmuyor böyle.

Burada bir çok kuzeni var ve herkes üzerine titriyor ya, halinden çok memnun. Sadece akşamları yatağını özlüyor olmalı ki atta diye bizi kaldırıyor.

Bugün öğlene kadar onunla zaman geçirebildim, beni affediyor J

Öğlen Alsancak’a gittim. Tatil yerimizi ayarladım, alışveriş ettim, düğün hediyelerini aldım, apar topar Karşıyaka’ya nikaha yetiştik, oradan geri döndük, kuaföre gittim, giyindik, düğün yemeğine gittik. Oğluş gece boyu havuza cuplamaya çalıştı, kalan zamanlarda ortalığı yiyeceklerle batırdı, o da olmazsa bir eşimin bir benim kucağımda uyukladı. Erkenden kalkıp eve geldik.

Nihayet curcuna bitti.

14 Mayıs Pazar



Anneler günü için gülümü aldım, koca bebeğimle küçük bebeğimi öptüm. Anneler günü için telefonlarımı ettim, mesajlarımı aldım. Herkese çoook teşekkür ederim.

Bugün sakin bir gün. Eşimin ablalarıyla sohbet ettik, yürüyüş yaptık, oğluşu parka götürdük.

Uykusuzdum ama huzurluydum.

Panik halinde yaptığımız uçak yolculuğu, gece yarısı otopark çıkışındaki trafik, yer yer otoyoldaki sisi de saymazsak, eve geldiğimde ve kafamı yastığıma koyduğumda, dünyanın en huzurlu insanıydım.

Evim evim güzel evim !!!

Dip not: Pasif Galatasaraylılar derneği başkanı olarak tüm camiamızı gönülden kutluyorum. Bayrakları görmesem, şampiyonluk maçı olduğunu bile bilemezdim.Bugün gazetelerde milletin maç için birbirini boğazladığını okuyunca, Allah akıl fikir versin demekten başka da çare bulamadım.