Yanı başımızda bir savaş yaşanıyor.
Bizim jenerasyonun hiç yaşamadığı, ama hayatımız boyunca bir yerlerde var olan, haberlerini takip ettiğimiz bir vahşet.
Afganistan, Irak, Filistin.
Her daim bir yerler kanıyor, birileri ölüyor, sakatlanıyor, ya bedeni, ya ruhu kapanmayacak yaralar alıyor.
Ortadoğu kaynıyor.
Müslümanlık veya ırklar üzerine değil yazacaklarım. Çünkü dinlerin, dillerin ve renklerin insanları ayırmaması gerektiğine inanıp, herkesi olduğu gibi kabullenebiliyorum. Haklı veya haksız rollerini de paylaştırmayacağım, elbet benim de bir gözlerim var ortada dönenleri görebileceğim.
Ancak savaşın bahanesi yok. Öyle acı, öyle keskin, öylesine telafisi olmayan bir şey ki.
Yapılan hiçbir yanlışın dönüşü yok..
Dün akşam televizyonda Lübnan’dan kaçmaya çalışanların haberi vardı.
İki aile bir otobüsün yanında son kalan bilet için birbirlerini yumrukluyorlardı.
Bir diğer köşede küçük çocuğuna sarılmış, oturduğu kaldırımda, sessizce ağlayıp, etrafa son bir ümitle bakan bir anne vardı.
Düşündüm. O kadından benim ne farkım var?
Onun yerine koydum kendimi.
Güvende olduğunu bilememek, o kalabalığın arasında yalnız olmak, tehlikeden uzaklaşamamak, çocuğunu koruyamamak ve her an ölümü beklemenin, nasıl bir şey olduğunu düşündüm.
İnsanlar oradan kaçarken öylesine çaresizce oturup çocuğuna, onları hiç bir güç ayıramasın diye sıkı sıkı sarılmak.
Öyle yaşlı gözlerle bakakalmak.
Tarifi yok...
Bizim jenerasyonun hiç yaşamadığı, ama hayatımız boyunca bir yerlerde var olan, haberlerini takip ettiğimiz bir vahşet.
Afganistan, Irak, Filistin.
Her daim bir yerler kanıyor, birileri ölüyor, sakatlanıyor, ya bedeni, ya ruhu kapanmayacak yaralar alıyor.
Ortadoğu kaynıyor.
Müslümanlık veya ırklar üzerine değil yazacaklarım. Çünkü dinlerin, dillerin ve renklerin insanları ayırmaması gerektiğine inanıp, herkesi olduğu gibi kabullenebiliyorum. Haklı veya haksız rollerini de paylaştırmayacağım, elbet benim de bir gözlerim var ortada dönenleri görebileceğim.
Ancak savaşın bahanesi yok. Öyle acı, öyle keskin, öylesine telafisi olmayan bir şey ki.
Yapılan hiçbir yanlışın dönüşü yok..
Dün akşam televizyonda Lübnan’dan kaçmaya çalışanların haberi vardı.
İki aile bir otobüsün yanında son kalan bilet için birbirlerini yumrukluyorlardı.
Bir diğer köşede küçük çocuğuna sarılmış, oturduğu kaldırımda, sessizce ağlayıp, etrafa son bir ümitle bakan bir anne vardı.
Düşündüm. O kadından benim ne farkım var?
Onun yerine koydum kendimi.
Güvende olduğunu bilememek, o kalabalığın arasında yalnız olmak, tehlikeden uzaklaşamamak, çocuğunu koruyamamak ve her an ölümü beklemenin, nasıl bir şey olduğunu düşündüm.
İnsanlar oradan kaçarken öylesine çaresizce oturup çocuğuna, onları hiç bir güç ayıramasın diye sıkı sıkı sarılmak.
Öyle yaşlı gözlerle bakakalmak.
Tarifi yok...