Ağustos 31, 2006

Bu bir omuz silkme yazısıdır.

Bu sabah evin bir köşesinde bulduğum, nereden geldiği meçhul eski şemsiyeyi alıp çıktım evden. Apartmanın kapısından çıkınca hırkamı giydiğime sevindim, ne kadar da soğumuş hava bir gecede. Yağmurda her yer daha yeşil, bahçede harika bir toprak kokusu. Babetleri giymek için harika bir mevsim sonbahar, neredeyse eylülün gelişine sevineceğim. Belki dünyadaki bütün babet ayakkabılardan bir tane edinebilsem, sonbaharı da sevebilirim. Belki...

Bugün bütün yaz dolapta bir köşede duran kurukafalı tşirtümü giydim. Her kurukafalı tşirt giyene yafta biçildiği gibi satanist değilim, şimdi çok moda diye de almadım bunu, eşim almıştı bir ara gördüğü bir yerden. Annem oğluşa bakmaya geldiğinde hırkamı giymemiş olsaydım, bana bununla işe gidilir mi kızım diye çıkışabilirdi. Annelerin bir yaştan sonra her şeye yorum yapmasına ve karışmasına kızıyoruz doğru, ama bazen hala onun küçük kızıymışım gibi davranması da bazen hoşuma da gidiyor.

Bana ne senin ne giydiğinden diyenler, sabırsızlanmayın, bağlayacağım bir yere sanki mesaj vermeye mecburmuşum gibi.

Bu tşirtü ilk giydiğimde biri bana, bu ne böyle sen anne oldun, hiç yakışıyor mu demişti.Yakışmıyor mu diye sormuştum afallayarak. Anne olmadan önce ve hatta gelin olmadan önce ve sonra giyilecek tşirtler kategorisi mi var? İsterseniz bikinilerimi çöpe atayım, kot falan da giymeyeyim?

Kurukafalı tşirt de giyerim, kedileri de severim.

Arkadaşım iki tane kedi biblosu getirmiş tatilden hediye alarak. Bibloları sevmem ama bunlara bayıldım. Bilgisayarımın önünde onlar bana bakıyor, ben onlara. Geçenlerde biri gelip aaa ne şirin şeyler bunlar, kedileri sevdiğini bilmiyordum dedi. İyi de bunlar biblo, kedi sevmekle ne ilgisi var diyecektim ki sustum. Kedileri sevdiğimi insanların bilmesi mi lazım yada bilmeleri için koynumda bir kediyle mi gezmeliyim acaba?

Hem ben köpekleri daha çok severim. Ama bunu da bilmiyorsundur.

Nasıl yapıyorsun diye sordu biri yine. Nasıl diye sordum. Yani nereden çıkarıyorsun bu renkleri, desenleri diye sordu. Cem Yılmaz’ın esprilerinizi nereden çıkarıyorsunuz diye soranlara vermek istediği cevap cuk oturdu ya söyleyemedim. Seviyorum dedim. Renklerle oynamayı, araştırmayı denemeyi yanılmayı, öğrenmeyi, ve yaratıcılığı kullanmayı seviyorum desem anlar mıydı? Yoksa her şeyi kafamdan atıyorum desem içi rahatlar mıydı?

Biri de bir gün espri yaptı uzun vazoya dizdiğim ipliklere bakarak, boş zamanınız çok el işi mi yapıyorsun diyerek. Gülmelimiydim? Hayır dedim, iş için kullanıyoruz ama ne var yani ben el işi yapamaz mıyım? Yapamazsın dedi. Neden? Hiç el işi yapacak biri gibi görünmüyormuşum. Evet el işi gerçekten de yapamıyorum ama bütün sevdiklerime rengarenk atkılar örebiliyorum, ayrıca sevmesem de mutfağa girince gerçekten güzel şeyler yapabiliyorum.

Dışarıdan beceriksize mi benziyorum?

Kimi beni aptal bulabilir, kimi ise çok zeki.Kimi güzel, kimi çirkin. Kimi samimi, kimi snob.İyi yada kötü. Sinirli yada sakin.Düzenli yada dağınık.

Her şey göreceli değil mi?

O zaman ben her şeyin iyisi için çalışıp çabaladıktan sonra hala kimin ne düşündüğünden bana ne?

Ben kendimi izlerim, benim gözümün gördüklerini, benim beynimden geçenleri ve benim dilimden dökülenleri...

Alakasız ama yazmaya mecbur hissettiren bir dip not: Anlayamadığım bir şekilde bir takım bloglar arasında bir rekabet, bir hırs ve hatta yer yer düşmanlık var. Sebebini sormayın ben de bilmiyorum. Aslına bakarsanız bunu öğrenmek için yazıyorum bu yazıyı da. Oysa herkes blogunda kendi tarzını, eğilimlerini, kısaca kendisini yansıtıyor.O zaman insanların alıp veremediği ne? Kimilerini okumaktan hoşlanabilirim, kimilerinin çizdiklerini yada çektiklerini görmekten. Kiminin yazdıkları canımı sıkabilir, kimisinden çok şey öğrenebilir, kimisiyle gülüp eğlenebilirim. Ama onları değiştiremem, fikirlerini eleştiremem, yada yönlendiremem. Ben sadece kendimden mesul olabilirim. Nasıl kendimi daha iyi ifade edebilirim? Nasıl geliştirebilirim? Neler öğrenebilirim? Benim gibi kendisine ait bir dünyanın kapısını herkese açıp, bu dünyasını genişletmeye çalışanlar kadar bundan memnuniyetsiz bir de grup var.Daha iyi yazanı, daha iyi fotoğraflayanı, daha iyi yaşayanı kıskanmak mı? Yoksa tersine kendisini üstün görerek diğerlerini beğenmemek mi? Sebebi kendisi gibi düşünmeyenleri eleştirmeyi istemek mi?Bir de milyonların sevgili olmaya and içmiş muhtemelen kendisini reklam yıldızı yada köşe yazarı zanneden birileri var.Birbirlerini kaç kişinin ziyaret ettiğini öğrenmek ve ziyaretçi sayılarını arttırmak için yanıp tutuşuyorlar. Ve bunun için komik duruma düşmelerine bile aldırmadan ellerinden geleni yapıyorlar. Üretmeden, paylaşmadan, düşünmeye, dile dökmeye ve yazmaya zaman ayırmadan, yazdıkların okunmadan, çok insan yerine seni anlayacak az ve öz insana ulaşmadan ne yapacaksın.Google’da yapılan aramalarda çokça link veriliyor diye eski yazılarını silen birine bunu kim anlayabileceği bir dilde açıklayabilir?Yoksa madalya mı takacaklardı bana, silmekle hata mı yaptım.Merakla ve ısrarla soruyorum. ???

Ve diyorum ki: Make love, no war. Yada Don't worry , be happy. Aman her neyse ben kararsız bir teraziyim.