Şaşkınım.
Huzursuzum.
Tam olarak ne hissettiğimi bile bilmiyorum.Yada kelimelere dökebilecek miyim bilmiyorum.Anlatmaya çalışırsam,
Kapıdan girdiklerinde karşılayıp ellerindeki pastayı aldım, mutfağa götürmek için ayrıldım yanlarından.Ağlamak üzereydim.Her ne kadar eski eşi ile sık görüşmesek de, yanında neden onun değil de başka bir kadının olduğunu bildiğim için olacak, kendimi herkesi aldatıyormuş gibi hissettim. Adam yeni eşi ile evimizde olduğu için eski eşini, hissettiklerimi söyleyemediğim için onları, ve bütün bu sohbet içinde kendimizi aldatıyormuş gibi.Zaten en acısı da hissettiklerimi söyleyememek. Biz büyüdük ve büyüklerin kararları kendilerini ilgilendirir. Oysa çocukken böyle miydi? Yargılayabilir, kızıp kırılıp küsebilir, birbirimizi sonuna kadar da affedebilirdik istersek. Ama her şeyi söyleyebilirdik.
Ağlamak üzereydim çünkü gözümün önünde birden bir sahne canlandı. Ya bir gün benim eşim de başka ortak arkadaşlarımızın evine başka birisi ile girebilirse. Ya ben de bu durumda olursam. Ya benim de hayatım beklemediğim bir anda değişirse?
Aptalca biliyorum.Ama düşünmekten de alıkoyamıyorum kendimi.
İlk duyduğumda kızdığım adama kızamıyorum.Kadın elinden geldiğince ilgili olsa da bizlerle yada ben elimden geldiğince ilgilensem de yeni seçimleriyle,kendimi sıkıyorum, sıktıkça ne konuşacağımı bilemiyorum, yada bir şey anlatırken yüzüne bakamıyorum.Oğluş her sessizlikte kurtarıcımız oluyor, hepimizin hissettiklerini anlamış gibi huysuz olmasına rağmen. Arada bir kadına bakıyorum. Eski eşi mavi lens takıp saçlarını uzatıp, röfle yaptırmıyordu diye düşünüyorum. Acaba sebepler bu kadar basit olabilir mi? Tabii ki değil. Peki paylaşılan yılların onca kahkahası nasıl oluyor da bir başka kadının beğenilen birkaç tavrı yada detayı kadar ağır basamıyor? O kadına anlayışla yaklaşmak isterken, onun anlayışlı davranmadığı, son gördüğümde iyice zayıflamış arkadaşımız aklıma geliyor, O an anlıyorum ki, 1-0 yenik başladı bizim hayatımızdaki yerine bu kadın, her ne kadar aşkla baksalar da birbirlerine, içimde bir yerlerde güvenemeyeceğim ve affedemeyeceğim. Sezen Aksu’nun söylediği rivayet edilen şu söz geldi aklıma. “Ben Allahın terazisi miyim ki, insanları yargılayabileyim?”
İşte öyle.Karmakarışık…
Giderayak bizim ilgimizden olacak, içleri rahatlıyor, her şeyi eski eşine ve çocuğuna bırakıp çıktığı için her şeye yeniden başladıklarını, yeni bir ev aradıklarını anlatıyor, en kısa zamanda ama mutlaka bizi misafir etmek istediklerini söylüyorlar. Tabii diyorum gülümsemeye çalışarak ama bilmiyorum…
Gidiyorlar. Kapıyı kapatıp birbirimize soran gözlerle bakıyoruz. Benim içimde fırtınalar koparken eşim, “Biri ona mavi lensin hiç yakışmadığını söylemeli” diyor.
Sinirlerim boşalıyor, gülüyorum.
Huzursuzum.
Tam olarak ne hissettiğimi bile bilmiyorum.Yada kelimelere dökebilecek miyim bilmiyorum.Anlatmaya çalışırsam,
Kapıdan girdiklerinde karşılayıp ellerindeki pastayı aldım, mutfağa götürmek için ayrıldım yanlarından.Ağlamak üzereydim.Her ne kadar eski eşi ile sık görüşmesek de, yanında neden onun değil de başka bir kadının olduğunu bildiğim için olacak, kendimi herkesi aldatıyormuş gibi hissettim. Adam yeni eşi ile evimizde olduğu için eski eşini, hissettiklerimi söyleyemediğim için onları, ve bütün bu sohbet içinde kendimizi aldatıyormuş gibi.Zaten en acısı da hissettiklerimi söyleyememek. Biz büyüdük ve büyüklerin kararları kendilerini ilgilendirir. Oysa çocukken böyle miydi? Yargılayabilir, kızıp kırılıp küsebilir, birbirimizi sonuna kadar da affedebilirdik istersek. Ama her şeyi söyleyebilirdik.
Ağlamak üzereydim çünkü gözümün önünde birden bir sahne canlandı. Ya bir gün benim eşim de başka ortak arkadaşlarımızın evine başka birisi ile girebilirse. Ya ben de bu durumda olursam. Ya benim de hayatım beklemediğim bir anda değişirse?
Aptalca biliyorum.Ama düşünmekten de alıkoyamıyorum kendimi.
İlk duyduğumda kızdığım adama kızamıyorum.Kadın elinden geldiğince ilgili olsa da bizlerle yada ben elimden geldiğince ilgilensem de yeni seçimleriyle,kendimi sıkıyorum, sıktıkça ne konuşacağımı bilemiyorum, yada bir şey anlatırken yüzüne bakamıyorum.Oğluş her sessizlikte kurtarıcımız oluyor, hepimizin hissettiklerini anlamış gibi huysuz olmasına rağmen. Arada bir kadına bakıyorum. Eski eşi mavi lens takıp saçlarını uzatıp, röfle yaptırmıyordu diye düşünüyorum. Acaba sebepler bu kadar basit olabilir mi? Tabii ki değil. Peki paylaşılan yılların onca kahkahası nasıl oluyor da bir başka kadının beğenilen birkaç tavrı yada detayı kadar ağır basamıyor? O kadına anlayışla yaklaşmak isterken, onun anlayışlı davranmadığı, son gördüğümde iyice zayıflamış arkadaşımız aklıma geliyor, O an anlıyorum ki, 1-0 yenik başladı bizim hayatımızdaki yerine bu kadın, her ne kadar aşkla baksalar da birbirlerine, içimde bir yerlerde güvenemeyeceğim ve affedemeyeceğim. Sezen Aksu’nun söylediği rivayet edilen şu söz geldi aklıma. “Ben Allahın terazisi miyim ki, insanları yargılayabileyim?”
İşte öyle.Karmakarışık…
Giderayak bizim ilgimizden olacak, içleri rahatlıyor, her şeyi eski eşine ve çocuğuna bırakıp çıktığı için her şeye yeniden başladıklarını, yeni bir ev aradıklarını anlatıyor, en kısa zamanda ama mutlaka bizi misafir etmek istediklerini söylüyorlar. Tabii diyorum gülümsemeye çalışarak ama bilmiyorum…
Gidiyorlar. Kapıyı kapatıp birbirimize soran gözlerle bakıyoruz. Benim içimde fırtınalar koparken eşim, “Biri ona mavi lensin hiç yakışmadığını söylemeli” diyor.
Sinirlerim boşalıyor, gülüyorum.