Eylül 29, 2006

Teknolojinin bir ucundan tutarken

Yıllarca çektiğim fotoğrafların, her gün tuttuğum blog yazılarının şu kadarcık şeyin içine girebilmesi şaşırtıcı geliyor bana. Mp3 lerin içine binlerce şarkının sığabiliyor olmasına şaşırmamı, gençliğe kasetten Pet Shop Boys ve yalancı grup Milli Vanilli dinleyerek adım atmış olan benim için mazur görmeniz lazım. Mazur görmek ! Fark ettiniz mi bilmem son zamanlarda çok fazla eski kelime kullanmaya başladım. Kendimi Bülent Ersoy hanımefendi (!) gibi hissediyorum. Haşa efendim, beyhude geçen yıllarda biraz fütursuzca lakırdı etmiş olsam da, nitekim Allahın bana takdir ettiği şu yaşımda biraz latife, biraz hoş sohbet edebiliyorsam, gönüllerde yer bulmuşsam ne mutlu bana diyerek konuya geri dönüyorum.

İnsanın ilgi alanı genişledikçe bilgi alanı daralıyor. Bilgisayar kullanmayı bir başıma öğrenmiş ben, kendimi geliştirdiğim, araştırıp bolca neti karıştırdığım için bu konuda kendimi bir ara Microsoft dehası olarak görecek kadar hayalperest olup,hemen hiç zorluk çekmesem de artık, bir çok yeniliği takip edemez hale geldim. Misal Mp4 ü geçen gün duydum bir arkadaşımdan.

-İbo Mp3 tür o dediğin.
-Yok ya, Mp4
-Olum, Mp4 diye bir şey mi var?
-Evet, müziği dinlemekle kalmıyor bir de klibini izliyorsun.

Şu klip denen şeyi ancak yaz tatillerinde izleme fırsatı bulduğumdan bir süre bu aletin ne işe yaradığını idrak edemesem de böyle bir şeyin varlığını da kabulleniyorum.

Bugünkü gazetelerden birinde bir firmanın bilmem kaç bin kitabı hafızasında tutabilecek el kadar bir aleti geliştirildiğini okudum. E maillerde dolaşan ah eski günler temalı sevgi seli, gözyaşı nuru yazılardan pek haz etmesem de içimden şöyle bir şeyler geçiverdi o haberi okuyunca. Tabii ki her şeyin kolaylaştırılması iyi hoş ama bir şarkının bize bir anı hatırlatması gibi, o kitapların kokusu, okuduğumuz zamanı, yaşadıklarımızı hatırlatan izler taşıyan sayfalarında saklı anılarımızın tadı ne olacak. O kitapların bazı satırlarını çizdiğimizde, bazı yerlerine notlar aldığımızda, en heyecanlı yerinde yediğim çikolatayı bitirdikten sonra parmağımı yalayıp sayfayı çevirdiğimde köşede kalan silik parmak izinin hatırlattığı keyiften ne haber?

Geçen günlerde evdeki bilgisayardaki fotoğraf ve blog yazılarını diz üstüme geçirmek istediğimde zorluk çekince eşimden bir bellek almasını istemiştim. Dün gece getirdi, deri bir kılıfın içinden çıkardı. Vay canına dedim, ne alengirli şeyler yapıyor adamlar. Eşim odadan çıkınca unutmayayım diye kılıfa koyup çantama attım. Ertesi sabah işe geç kalmak üzereyken gittim baktım bizimki yatak odasında hala bir şeyler arıyor.

-Geç kalıyoruz canım, ne oldu?
-Yeni telefonumun kılıfını bulamıyorum.
-Ne kılıfı?
-Bellekle birlikte almıştım. Dün şuraya koymuştum, şimdi bulamıyorum.
-Allah Allah, emin misin?
-Evet Aslııı ! Dün çıkardım ya şuraya.
-Aaaa. O telefonun kılıfı mı? Ben onu belleğin kılıfı sandım. Ne bileyim, öyle şık şıkıdım bellek alınca sen!?
- E pes Aslı

Evet salak gibi hissettim ve üstüne çok güldük ama ne yapabilirim ki, artık bu alet edevattan her şeyi bekliyorum ben, eee dün akşam belleği onun içinden çıkarınca, boyutları da benzer olunca… Off tamam tamam…

O da kılıfının peşinde haliyle. Ne zamandır çıkmasını beklediği en bir teknolojik telefonuna kavuşmuş, çizilmesin diye kaç hafta kullanmadan kılıfını beklemiş, sen gel kılıfını kaldır ortadan adamın.Telefonun bir takla atmadığı kalıyor, bu kadar değer vermesi normaldir tabii ama, ben onun ne kadar malına değer vermeyen biri olduğunu bilirim. Daha öncekiler gibi ya çalınır, ya kazaya kurban gider, ya da en yakın zamanda oğluşun eline geçer. Tabii yanılırım belki de.

Bizim evin teknolojik halleri şu durumda bu günlerde. Oğluşun Dvd yi kullanmayı öğrenmesinin ardından elimizde bize kalabilen tek şey de telefonlarımız.

Şimdilik…