Pazar günü dükkanlar kapalı olduğuna göre en iyisi en sporundan ayakkabıları giyip Paris'in tadını çıkarmak.
Önce Bit pazarı. Bit pazarı adına aldanmayın, her şey oldukça pahalı. En azından biz Euro ile maaş almayanlar için. Gerçi Euro ya geçti geçeli Paris her zamankinden pahalı ya.
Sonra karşısındaki Antikacılar çarşısına giriyoruz. Herşey harika. Bu arada bit pazarına pahalı mı demiştim ben ???
Ufak bir İtalyan lokantasında pizza yedikten sonra Seine nehri kenarında pazar günleri de açık olan çiçekçilere ve pet shoplara bakmaya gidiyoruz.Harika çiçekler var. Ama çiçeklerden çok şu meyve ağaçları hoşumuza gidiyor. Kocaman teraslı ev hayalimin bir köşesine sıkıştırıyorum bunları.
Çok fazla ilgi alanım içinde olmamasından dolayı bu kadar çok çiçekçilikle ilgili dergiyi bir arada görünce şaşırıyorum. Anlaşılan benim hayali terastaki çiçekler kısa zamanda solacak.
Ardından pet shoplara giriyoruz. Buradaki bir kaç mağazada gerçekten çok çeşitli hayvan ve malzeme var. Fiyatlar Türkiye'ye göre inanılmaz pahalı. En ucuz şeyler şu acaip sevimli hamster ve fındık fareleri. O an orada onlardan almamak için zor duruyorum.
En çok ilgiyi bu devasal papağanlar çekiyor. Bunun üçte biri olan annemin yaşlı papağanının ellerimi nasıl parça pinçik yaptığını acı bir surat ifadesi ile hatırlayarak mümkün olduğunca uzak duruyorum.
Nehir kenarından yürüyerek önce Champ-Elysee ye oradan da biraz alışveriş ederek kapısında sırada beklediğimiz antrikotçuya gidiyoruz. Ben yürüyelim diye tutturuyorum ama itiraf etmeliyim şimdiden ayaklarım korkunç ağrıyor.
Kıyafetim Paris'in havasına pek uygun değil belki ama ben bir turistim bugün. Onca zamandır neden şu Champ- Elysee caddesinin ortasında bir fotoğraf çektirmediğime yanarak en turist halimle en turistik pozumu veriyorum.
Bu arada o taaa uzaklarda gördüğünüz zafer takı kadar yolu yürümüş bulunuyoruz. Sonra oraya kadar gidiyor, hatta bir o kadar yürüyerek antrikotçuya ulaşıyoruz. Sonra bu ayakları dinlendirmenin tek yolunun buz gibi suya sokmak ve duvara yaslamak olduğunu bularak yorgun uyuyorum.
Ertesi gün işbaşı. Yapılacak o kadar çok şey var ki. Bomboş bir alan var ve biz bu alanı bugün içinde adam etmek zorundayız. Prezantasyon hazırlanmalı, boyanacaklar, yapıştıralacaklar, kesilecekler, serilecekler, dizilecekler,vitrinler, yerler, gökler iş, iş, iş...
Akşam üzeri bize katılan ekiple birlikte işimizin büyük bir kısmı bitiyor. Otele dönüyoruz, birer duş alıp yemeğe ineceğiz sözde. Oysa o yastıklar bütün yastıklardan pofuduk ve uyumak herşeyden daha cazip o an. Söz verdik iniyoruz.
Bu kadar hamallıktan sonra kendini iyi hissetmenin yolu parfümden geçer. Bir de pembe iyi hissettirebilir kendimi. Bunu bir yerden tanıyorum diyenler yanılmadı. Kapadokya gezisinde başıma takılı dolaştığım tülbent artık bir bluz.
Yemek ve iyi bir sohbet sonrası iyi de bir uyku çekerek yoğun geçecek fuar günlerine hazırlanıyoruz.
Ertesi sabah yoğunluk başlıyor. Fuar çok başarılı geçiyor. Bu sefer iyi müşteriler kadar iyi isimler de bizi ziyaret ediyor. Bir çok yeni sima ile tanışıyoruz. Çok yoruluyoruz ama yüzlerimiz gülüyor.Kendimi iyi hissediyorum. Nasıl hissetmem. Yollarıma az mı gül dökülüyor?
Pek fazla inemiyoruz Paris'e. Yer bulamadığımız için biraz dışında kalıyoruz şehrin. Bu yorgunlukla inmeyi göze alsak bile korkunç bir kalabalık, trafik ve bize dünyayı zindan eden Fransız taksicileri var dışarıda.Bunları göze alanlara da bitmek bilmez kuyruklar.Nitekim bir gece şehrin göbeğinde kalakalıyoruz. 2 saatten sonra ağlamak üzereyken yaşlı bir taksici amcayı yalvar yakar durdurup bir daha şehire inmeyeceğimize dair kendimize yeminler ederek nihayet otele varıyoruz.
Kadının mantolu olduğuna bakmayın. Zaten ayaklarında şıpıdık terlikler var. Hava arada bir kapatsa da harika. Sonbahar bir başka.
Bir akşam görüşemediğimiz arkadaşlarımızla büyük bir grup halinde toplanarak yemeğe gidiyoruz. Her zaman içmem ama bu şarap kaçırılacak gibi değil. Ev yapımı ve sadece orada sunuluyor. Ben bir kaç gün önce geldiğim halde grubun ısrarlarına karşı gelemiyorum. Et harika, devamlı servis edilen patates kızartmaları, servis yapan kadınların kıyafetleri ve neşesi de bir başka harika.(Oruçlulardan özüüür!)
Dahası içi dondurmalı dışı badem parçacıklı bitter çikolata soslu profiterola söylenecek tek şey ooof of !
Daha fazla günaha girmeden konuyu değiştiriyorum. Bir kaç gece keyifle bir şeyler yiyebildik ama günlerimiz yoğunluktan sadece sandviçlerle geçiyor. Her gün fiks menümüz Paul. Ekmekler harika. Ama sıcak yemeği de çok özlüyorum.Annemin yemeklerini gelir gelmez silip süpürerek de kıtlıktan çıkmış görüntüsü sergiliyorum.
En çok ayaklarımız çekiyor. Ama gerçekten akılsız başımızla ilgisi yok. Peki biraz olabilir. Sen kalk bütün yaz şıpıdık terlikle gez, sonra bilmem kaç puntluk ayakkabılarla tüm gün koştur. Ayaklarımın ağrısını nasıl geçiririm sorusunun cevabını bulmak molalarımda hayatımın amacı haline geliyor.
Makaron yemenin bir faydası var gibi geliyor.Evet kendimi kandırıyorum ama enerjiyi de hak ediyorum.
Akşam yemeğe inerken cevabını bildiğim sorumun yanıtını düz babetlerimde buluyorum.
Son gün toplanıyoruz. Bugün babetler bile işkence yapıyor ayaklarıma. Çıkarıyorum , çıplak ayak toplanıyorum fuar alanında. Bir kaç gün önce asla öyle yürüyemem deyişim geliyor aklıma. Asla asla deme!
Gitmeden önce La fayette'in çevresindeki mağazalara giriyorum. Oğluşa bir şeyler alıyorum. Kendime de bir kaç aksesuar. Kıyafete asla çok para vermediğimden La Fayette'e zamanım kalırsa bir göz atıyorum. Santa Lucia'da pizza ve tiramisu.
Son gün önce Cafe de Fleur' da birer kahve. Sonra kutlama yemeği. Ekip olarak Saint Germain'deki Japon restorantına gidiyoruz. Bir dahaki sefere Saint Germain de kalamaz mıyız konusunu tartışıyor, çok yiyor, çok içiyor ve çokça gülüyoruz. Sakiyi seviyorum. Sacta kızaran tüm lezzetleri, minik acı soslerı. Tüm telaş bitmiş ya, yarın dönüyoruz ya, herşeyi herkesi çok seviyorum. ( Sakinin bu herşeyi çok sevmemle ilgisi olabilir itiraf ediyorum.)
Daha önce başıma geldiğinden biliyorum, uçaklarda yedekler gelirse ve check in yaparsa açıkta kalabiliyorsun. Havaalanı seni misafir ediyor, gez toz diye para veriyor. Bunun korkusu ile havaalanına varmak için acele ediyorum. Acele ettikçe bir aksilik çıkıyor ama nihayetinde uçağa giriş kartımı alıp bir oh çekiyorum. Oğluşu o kadar çok özledim ki, kargoda bile gitmeye razıyım. Ne berbat uçak yemekleri, ne bu sefer hava muhalefeti ile çok sarsılmamız, ne de bizi karşılayan yağmurlu hava umurumda değil. Oğluşa sarılayım yeter.
Öyle de yapıyorum. Kokusunu içime çekerek uyuyorum.