Annelik yaratıcılık gerektiren bir işmiş ve ben de bu konuda pek fena değilmişim. Çay istiyorum diye tutturan çocuğa pekmezli su verişimin ardından, yemekte sarı mercimek çorbasını reddedip kırmızı çorba istiyorum talebini içine biraz ketçap koyup karıştırarak halledip, geçen günlerde “Mc Queen olursun bunu yersen” vaatlerime aldanıp bu sabah da ıspanaklı yumurta isteyen oğluma ıspanağın kalmadığını anlatamayınca semizotunu tereyağında öldürüp ıspanak kılığına soktum.
Eylemlerim devam edecek ama kaç yaşına kadar yutar bilmiyorum.
Cts günü cehennem sıcağında gardrobuma el attım. Sıcakla dolabın ne alakası var demeyin. Dolabı açmak, bir çok ütülenip, üzerinde değiştirilecek şey ortaya çıkarmak demek. Bu sefer gözden çıkaracak bir şey bulamasam da çok fazla ütülenecek şey çıkardım. Haliyle öncelikle de yıkanacak. Gün içinde bir ara terzime uğrayıp diktirdiklerimi de aldım. Günüm, onları yıkamak, ve biraz nemliyken ütülemek için onları yoklamakla geçti. Ara ara yaparak ütü gece 1 de bitti. Ama harika bir gardrobum ve giyecek bir sürü kıyafetim var artık.
Şimdi sıra ayakkabılıkta.
Dr. Oetker Uzan’ların mağlubiyetiyle Doçent olamasa da, benim kalbimin sultanı bugünlerde. Evde yapılan dondurmalarını ve Creme ole ile Creme Yogo sunu keşfettiğimden beri özellikle. Son zamanların diğer tatlı keşifleri pek helva sevmediğim halde Güllüoğlu’nun meyveli yaz helvaları ve evde nasıl Frozen yapabileceğimi öğrenmem oldu.
Bu aralar o kadar düşkünüm ki tatlılara, Uyuzbey’le girdiğim iddiada bile istediğim şey, Pelit’in balkabaklı pastası oldu, anlayın artık…
Evet, geçen hafta benimle bir tasarım hakkında iddialaşma gafletinde bulundu kendileri. Ben bir desenin bizim olduğunu iddia ettim, o da olmadığım. Yedi bin küsür desenin hepsini bildiğimi iddia etmesem de, işim bu, yanılmam. Nitekim deseni buldum, pastanın neli olacağını bir post it e yapıştırıp üzerine ekledim ve masasına hoş bir sürpriz olarak bıraktım.
İnanmadığım hiçbir şey için iddialaşmam.
Geçtiğimiz günlerde İngiliz yapımı “Kinky boots” u seyrettim. Çok eğlenceli bir film. “Queer eye to the straight guy” dan sonra sempatim arttı gaylara, ama bu film onların ne hissettiklerini göstermek adına da gerçekten de başarılıydı. Haftasonu bir gazetede okuduğum ropörtaj da tuz biber oldu zaten. Geçtiğimiz yıl Oscar’ı kapan “Brokeback Mountain”in konusu, biz hala kavram karmaşaları yaşarken hayatımızın içine çoktan girmiş halde. Arada bir rastladığım, konusu bir kızın 14 erkek içinden eşcinsel ve heteroseksüelleri ayırıp, hoşlandığı bir adamı seçmesi olan yarışmada, kız sonunda bir eşcinseli seçerse tüm kazanacağı parayı ona kaptıracak. Adamların hiç birinin tercihini tahmin bile edemiyorsun ki, hiç farkları yok görünürde birbirlerinden.
Oysa bizim aklımızda eşcinsel portresi nedense transseksüellerle karıştırılıyor. İkiyüzlü milletiz ne yazık ki. Eşcinselliğin ne anlama geldiğini bilmiyoruz, cinsiyetini değiştirenleri dışlarken, Bülent Ersoy şarkı söylerken göbek atıyoruz. Misal BBG başlıyormuş yeniden. Bence bu sefer programda toplumun farklı kesiminden farklı ideoloji ve tercihlere sahip insanlar bir arada olsun ki, madem labirentteki fareleri izler gibi izleyeceğiz onları, biz de faydalanalım da sosyal analizler yapalım birer sosyolog edasında, yada her birimiz birer psikolog kesilelim, tartışalım, olmazsa öpüşüp anlaşalım, manşet çıksın “az sonra” haberlerine, falan filan.
Haftasonu oğluşu sinemaya götürdük. Bahçeşehirde’ki Prestige’de oynuyormuş istediğimiz film. Koltuklar çok rahattı, cep salonuydu, ses düzeni o salona göre biraz rahatsız edici olsa da, girişte Haagen Dazs satılıyordu ya, onu görmezden gelebildim. Biletleri satan kızlar yaptıkları işten bin pişman görünüyorlardı, konuştuklarına ve hatta yaşadıklarına da pişman görünüyorlardı ama sanırım alıştım yeni neslin çoğunda bu bezginliği görmeye, gülüp geçtim. Acı tarafı hiçbir şey olamadan her şeyi ben yarattım havaları. Gören sinema bileti satmıyor da, son yazdığı bestsellerın imza sırasına bakıyor sanır. Sıcak bir gülümseme, terbiye, görgü falan tedavülden kalkmış gibi. Belki de o sebeple H&M, Next gibi firmalarda yönetici asistanının asistanı gibi görevlerde çalışıp, ağzını yaya yaya konuşan yeni mezun zır cahil kızların telefonda müşteri olmalarının rahatlığıyla saçmalamalarını gördükçe mesleği bırakasım var, bilmiyorum. Aman tanrım, oğlum bir gün onlar gibi bir kızı koluna takıp getirmez değil mi?
Annem gibi konuşmaya başladım, yaşlanıyorum sanırım…
Ağustos 13, 2007
Kısa kısa…
Gönderen
Aslı Cin
Etiketler:
Gunlerin getirdigi,
Haberler ve yorumlar,
Oglusla gecen gunler,
Tv,
Yiyelim icelim
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
15 yorum:
Hafta sonu gittiğimiz alışveriş merkezindeki bir çok dükkanda tezgahtarlar öyleydi.Dükkana müşteri mi girmiş yoksa düşman mı ayırt edemiyor. Bir bezginlik bir çemkirme.Hatta 2 tanesi bilgisayar'dan başlarını kaldırmadılar inanılmaz bişey...
Yaratıcılığına hayran kaldım Aslı yaa. Süpersin :):)
BBG yeniden mi başlıyor? Bu sefer daha piskopat tipler bulsunlar Uğur'u hatırlar mısın ne manyaktı :):)
Yaraticiligim oglusa kac yasina kadar soker demissin ya, kabakla yaptigi omleti bana patatesli diye yutturan, havuc ye gozlerin guzel olsun, pirasa ye saclarin beline kadar uzasin hikayeleriyle bana sonunda sebzeyi sevdiren canim annem en son universiteyi bitirdigim sene (23 yasindaydim)portakal suyumun icine pekmez karistirmak sureti ile yaraticiliginin sinirlarini zorlamistir. KArdesim ispiyonlamasa ben daha uyanmazdim gerci (ay anne ne tatliymis bu portakallar demeye devam ederdim) ama bu bardagi tasiran son damla oldu. Ben bu olaydan sonra 23 sene cesitli sekillerde kandirilmanin acisiyla her yedigimi ictigimi onceden analiz eder oldum. Ama sonra ne oldu, anne oldum, simdi sut icmeyen kizimin ayranini sutle yapiyorum ve evet bu yaratici fikir annemden.
Demek semizotuna ıspanak süsü verdin.. oğlusun bir süre sonra bunları yemeyecek!!! ama, botanik alemi seni daima hayranlıkla anacak.:)) Umarım hiçbirimizin oğlusu, bunlardan birini koluna takıp getirmez.:))
Aslıcım,
Yeme onları, içlerinde çok fazla katkı maddesi var, oğluşuna da yedirme. Bu türden tatlıları evde kolaycacık yapabilirsin. Süt, yumurta, kakao ve de biraz un yeter :)
Rafta uzun süre dayanması için üretilmiş herşeyden mümkün mertebe uzak dur. Biliyorum zor ama, yapabildiğin kadar en azından.
Sevgiler
Devin
Zeya, bilmiyorum belki de devir kendine bu dağları taşları ben yarattım havasını vererek kendini pazarlama devri. Herkesin gözü çoook yükseklerde. Öylesine bir hırs var ki insanlarda, herkes ferrarisini satan bilge olmak istediğini söylüyor ama sadece moda diye. Kimsenin ferrari aşkından vazgeçmeye niyeti yok oysa.Bu arada Uğur'u hatırlayamadım ben. Kendinden büyük biriyle aşka yaşayan bir çocuk vardı İzmirli, bir top sakallı onu gıcık eden çocuk vardı. Hmmm Edi vardı bir de. Bir de gitar çalan bir çocuk vardı. Bak söylediğini hatırlayamadım.
Nihan, sütle yapılan ayran benim yaratıcılık sınırlarımı zorluyor doğrusu. İçine tuz mu atıyorsun? :) Annelerimiz bu konuda çok iyiler doğrusu. Benim annem de sebze sevmeyen eşime kereviz salatasını yedirdi nice zaman. Sonra itiraf ettik ne olduğunu. Şimdi çok seviyor.
Fikriminincegülü, çok güldürdün beni. Botanik konusunda katkılarım olduysa ne mutlu bana :) Anlaşaılan o ki, biz de şu meşhur fıkradaki gibi gelin falan beğenmeyeceğiz. :)
Devin, biliyorum, kesinlikle çok haklısın. Zaten bu sebeple de o yaptığım tatlıların hiç birinden vermiyorum oğluma. Eşime veriyorum ;) Kötüyüm ben kötüyüm! Haha ! Bu konuda elimden geldiğince titiz olmaya çalışıyorum. Kreşte ara sıra veriyorlar sanırım ama ben hiç hazır meyve suyu bile vermiyorum. Her sabah yarım saat erken kalkıp taze havuç, elma, üzüm, şeftali yada kışsa nar, portakal sıkıp biberonuna koyup okula gönderiyorum. Her ne kadar katkısız deselerde katkılı verdiğim tek şey arada sırada ille de isterse bisküvi, sakız, ve peynir yemediği için şu meyveli daninolarla yoğurtlar.İşten ayrıldığım zaman o tatlıları eve sokmayacağım ama, şimdi vakit kalmıyor :(
Aslıcım...çok sevindim ben bu yazıya..gecen haftalardaki bedbaht anne postlarını okudukca için için üzülmüştüm zira hem cocuk hem eş hem anne hem iş..semizotundan ıspanak yapamazdın süper anne olmasaydın.
BBGye ve TV kültürüne gıcığım ben..bu dünyaya gelip işini en iyi yapmayanlarla da...ama gülüyoruz işte hehe..sinirlerimiz alındı bizim toplum olarak.
Bende geçengün, zamane kızlarına atıfda bulunmuş sonra da aman allahım benim kızım da ya öyle olursa diye söylemiştim. Bence birazda her şey ailede bitiyor. Eminim bizimkiler öyle olmaz.
Geçen gün bir arkadaşım eğer bilge o kadar erdiyse Ferrarisini niye satmış da bağışlamamış dedi :):)
Bu da değişik bir bakış açısı. Kitabı okumadığım için bişey diyemeyeceğim ben...
Ayran olayina aciklik getirmek zorunda hissediyorum kendimi. Ayrani yogurtla yapiyorsun, sadece su yerine sut koyuyorsun. Gercekten de guzel oluyor. Amerika'da ve İngiltere'de buttermilk diye satilan sute benziyor biraz. Benim annem de babama kereviz salatasini senelerce turp salatasi diye yedirdi. Biraz da erkekler iyi niyetli galiba. Yoksa anlamamalari mumkun degil.
Sayfanızı yeni keşfettim.Özellikle
23 temmuz yazınızda gerçeğin ta
kendisi.Sevgi ve Saygılar,Mehmet
Aslıcığım,Annelik kesinlikle yaratıcı olmayı gerektiriyor...14 yaşına kadar devam edebilirsun kandırmacalarına:)))Bu arada bu Juniorlar beni de öldürüyor..Kesinlikle iş bırakmama sebep olacak kadar...Ama çalışmak zorundayız...
Bu yazıyla ilgili en güzel şey, oğlunu iyileşmesi ve senin moralinin de epey iyi olması... Oh ne güzel... Dolap konusunu okurken daraldım, bu dolap olayına ben 2 haftada bir el atarım... Brokeback mountain filmini bir kere daha geçen hafta seyretmiştim. Gaylerle alıp veremediğim yok, arkadaşlarım var ama oturup aşklarınıda seyretmek istemeyeceğimi düşünürdüm, Ang Lee nasıl iyi bir yönetmendir ki şahane bir film çıkmış. Çok güzel bir aşk hikayesi. Çok duygusal, dokunaklı... geçen sene seyredirkende bu senede seyrederken aynı şeyleri düşündüm. Yaratıcılıkla ilgili de şunu söyleyeyim, küçükken hiç yemek yemezmişim, annem ağzıma bir iki lokma sokmak için her öğün tasın içine kağıttan yelken yapıp, üstüne kibrit koyup onu yakarmış...Her seferinde de ben hayretler içinde kalırmışım. hayretle ağzımı açtığımda hoooop, mamalar ağzıma :)))) Zavallı annem ya, neler çekmiş...
ASLI,BENİM ANNEANNEM DE SENİN GİBİYDİ...HER ŞEYİ BAŞKA İSİMLE BANA SUNMAYA KALKIŞIRDI.HAHAAAA..AMA BENİ TANIMIYORLARDI.YEMEKLERİN İÇİNE SAÇ ATMALAR,BU BÖCEK Mİ?DİYE SAF SAF SORU SORMALAR,OLMADI KUSMALAR..HER ŞEYİ DENEDİM YANİ..AMA EN GÜZEL FİKRİ BABA ÖNERMİŞTİ...BIRAKIN 3-5 GÜN AÇ KALSIN DEMİŞTİ.
Ya tamamen ilgisiz ama ferrarisini satan bilge ile ilgili olarak..kendi blogumda yazsam daha iyi belki..önemli olan ferrariyi satmadan bilge olabilmek..onunla ego yapmadan hayatına devam edebilmek..elindeki zenginlikle keyif almak..huzura ulaşmak...aslıcım teşekkür ederim..senin blogu da bulaştırdım benim işlere..hehe.
Tanya, haklısın, arada cinnet geçirenlerimiz çıksa da genel olarak sinirleri alınmış bir milletiz. Süper annlikte ihtisas yapmayı düşünüyorum artık.
Loungetime, okulu, arkadaşları da çok etken bu konuda, ama inşallah dediğin gibi öyle olmazlar.
Zeya, bir açıdan arkadaşın çok doğru söylemiş. Bizim kadar şanslı olmayanları düşünmek bence en büyük bilgeliktir.
Nihan, bak bu çok iyi fikir, ben de mi öyle yapsam? Erkekleri kandırmak o kadar da kolay deil ama bence ;)
Mehmet bey, beğendiğinize sevindim, her fikre açığım ama hissiyat oydu o gün.
Sibelciğim, e iyi var daha yol o zaman. Juniorlara gelince, ben kurtuldum galiba ;)
Verda, o kadar çok güldüm ki yazdıklarını okuyunca, annenin yaratıcılığına hayran kaldım.
Şebnem, babanın fikri gelmiş anlaşılan, ilginçmiş. Anneanneni de öperim :)
Tanya, farklı bir bakış açısı bu, ama bunu hazmedebilenler o kadar az ki. İşin sırrı burada ama uygulayabilecekler nerede?
Yorum Gönder