Hayır sevgili günlük olmaz. Yıllarca yazmamışım şimdi günlük dersem olmaz. Aslında sevgili diye başlamak da doğru değil, "Madem çok seviyordun nerelerdeydin, neden bunca zamandır yazmadın ?" diye sormaz mı?
Ama ben yine de "sevgili" diye başlayacağım, adettendir.
Sevgili Blogum...
Arkadaşlar...
Size bu satırları sokağa çıkma yasağının gölgesinde yazıyorum. Tamam abartmaya gerek yok, yasak sadece hafta sonu için, yarın yine herkes sokaklarda olacak. Bu ne biçim iş, öyle yasak mı olur diye soracaksın ama Heeey burası Yeni Türkiye, olur öyle şeyler. Evet doğru bildin, son yazdığım zamanlardan beri hala aynı hükümet var. Hayır üzerimize havadan aptallaştırıcı gaz falan sıkmıyorlar. Neyse konuyu dağıtma. Silivri o son yazdığım zamanlardan da soğuk, konumuza dönelim.
Dünya büyük bir pandemi krizinde. Aralık ayında Çin'de başlayıp büyük bir hızla dünyayı sardı. Dediklerine göre HIV virüsü taşıyan bir yarasa aynı zamanda Covid virüsüne yakalanmanın akabinde insanlarca avlanıyor, her ne hikmetse pişirilip bir kadına servis ediliyor, işe bak ki kadında da virüsün mutasyona uğrayabileceği şartlar varmış ki bir anda hastalanıyor ve insanlara bulaştırmaya başlıyor, bak bak bak sen şu işe. Velhasıl şu anda dünyada her yerde hızla yayılan bu virüsten dolayı bir çok ülkede sokağa çıkma yasağı var. Bir çok insan öldü, birçoğu hasta ve daha çoğu da yakalanacak diyorlar. Şu kesin ki bundan sonraki hayatımız eskisi gibi olmayacak.Tüketimimizden, hayat şeklimize, hijyen alışkanlıklarımızdan dünyaya bakışımıza kadar çok şey değişecek.
Sana geçen yıl, dünya virüsle boğuşacak, hayat duracak desem bana delirmişsin derdin. Bir tek Zombilerin istilası ve uzaylıların ziyareti eksik kaldı diye dalga geçiyor insanlar ki bence "Neden olmasın?"
Onu bunu bırak sen neler yaptın, nerelerdesin diye soracak olursan, emin misin diye sorarım sana? Anlatacak o kadar çok şey var ki dinlemeye hazır mısın?
Tamam. Bir özet geçmeye çalışayım.
2005 yılında blog yazmaya başladığımda o kadar ciddiye alıyordum ki bunu, yazamadığım gün kendimi kötü hissediyordum. Gel gör ki, her ne kadar yıllarca düzenli yazmış olsam da, hem günlük koşuşturmalar, hem Modamutfağı bloguna daha çok zaman ayırmam, hem de siyasi mevzulara girdikçe sevimsiz yorumlar almaya başlamam beni buradan uzaklaştırdı.
Ara ara girip yazsam da arkası gelmedi. Bu yazının arkası gelecek mi onu da bilmiyorum ya tek bildiğim şu, yazmayı özlemişim.
Nereden başlasam bilmiyorum, her şeyi anlatacak değilim sana. Biliyorsun benim yarışım kavgam hep kendimle oldu.Geçen yıllarda da bunun savaşını verdim. ya şimdi? Şimdi memnunum kendimden. Hah tamam oldum ben demiyorum ama zamanında insanları olduğu gibi kabul ederken kendimi acımasızca eleştirmeyi bıraktım. Belki büyülü 40 yaş getirdi bunu bana belki de deneyimlerim. Ama artık kendimi de olduğum gibi kabul ediyorum. olduğum insanı artı ve eksileriyle seviyorum. Bu da beni eskisinden daha az takıntılı, biraz daha dingin ve huzurlu yapıyor. Artık yaşadıklarımdan ders almak istemiyorum. Öyle olması gerektiği için öyle yaptım diyorum, çünkü ben öyle istiyorum.
Offf bırakalım bu kişisel gelişim mevzularını. Tamaaam hepimiz şahane, muhteşem, mikemmmmmeliz, geçiniz, yeni konu.
İşten ayrıldım biliyor musun? Ne ara girdin, ne ara ayrıldın diye sorarsan, dur anlatayım. Mısır'dan döndükten sonra girmek istediğim bir firma vardı, aaa bir baktım çok sevdiğim eski müdürüm de orada, çağırdı beni görüştük, hooop oraya girdim. Kaç sene çalıştım oradaaa? Bilirsin hatırlamak istemediğim her şeyi hafızam hemen siler, dur bakayım, hesaplayayım, 7-8 sene çalıştım galiba. emin değilim ama oldu bayağı bir.Ne kazandın diye sorarsan, bir kaç iyi arkadaş kazandım. Kendi koleksiyonlarımı hazırlama şansım oldu. Bir sürü ülke görüp, sanata dair her şeyi hüplettim. Ne mi kaybettim? Ömrümü yediler.
Bir şirket düşünün ki sektörün eeen beceriksiz, en ucuz, en işi bilmez insanlarını bir araya toplamışlar. Tabii ki bir çok sevdiğim saydığım insanları da tenzih ediyorum ama bu kadar mı olur arkadaş. Ben diyeyim Dallas, sen de Hanedan, hatta ufak tefek cinayetler...
Bir de üstüne Tmsf ye geçmedi mi şirket, kayyum atandı. Ne alaka mı? Darbe oldu ya. Aaaa senin ondan da haberin yok. Bir akşam saat 9 gibi darbe oldu, işte sabaha da bitti. Öyle darbe mi olur, darbecik gibi deme kızıyorlar. Neyse ki başarısız oldu. Kim mi yaptı? Yok ya hu ordu değil, yıllarca koyunlarında besledikleri yılanlar yaptı, olan bize oldu.
Neyse işte bizim şirkete de el konulunca, adeta mini bir devlet gibi yönetilmeye başlandık. İşten anlamayan adamlar geldi, arada neyse anlayanları da getirdiler ama onları da fazla tutmadılar, onun bunun eşi dostu sokuldu şirkete, bir baskı, bir belirsizlik, her gün yeni bir şey, şahtık şahbaz olduk.
Yılların yorgunluğu üzerine bir de bu süreç beni iyice bezdirdi. Gözüm hiç bir şeyi görmedi, 40 kere benim çıkışımı verin , yerime idare edebilirler bir süre dedikten sonra - Bir ara istifa etmenin de vatana ihanet sayılacağını söylediler bize- nihayet ayrılabildim. Size o gün yaşadığım mutluluğumu tarif edemem.
Zaten son koleksiyonun desenlerini de alıp çıkmıştım, her ne kadar benimle çalışan kızdan bir cacık olmaz zevksiz bir kız , prof birini alın demiş olsam da kızcağız benim desenlerin üzerine kendince bir şeyler yapmaya çalışmış.İşler berbatmış tabii, ben demiştim demeyeceğim,ayrıca bana ne, benim desenleri evirip çevirip kendi desenleri gibi satmaya çalışıyormuş. O da bir maharettir aferin, hala ekmeğimin yenmesi hoşuma da gidiyor doğrusu.
Bak iş konuştuk yine gerildim. Nasıl bıkmış usanmışsam artık adını anmak istemiyorum, 2 yıl oldu hala her gün şükrediyorum.20 küsur sene yeter Tekstil hassas kalpler için cehennemdir :)
Neyse o ara eşim de yurt dışında bir fabrika kurulumuna gidecek, nasılsa sen de çalışmak istemiyorsun, e oğlumuz da liseye gidecek - Evet inanılır gibi değil, değil mi? Lise ??? - artık İzmir'e dönebiliriz dedi, Allahım bu nasıl bir mutluluk, pembe kalple yağıyor üzerime, hayat rengarenk, ponyler bulutlar üzerinde zıplıyor derken, hop kafa üstü düştü ponylerden biri. Eşime Check up yaptırırken Kalp krizinin eşiğinde olduğunu fark ettiler, acil 3 stent. Hayatımız değişti. Üstüne bir pony daha tepetaklak. Bir arkadaşımız bizi bir nevi dolandırdı kayboldu ortadan. Hooppala. Tam da mutlu olacaktım ya ben?
Ama hayattayız ya, sağlıklıyız az çok, e bir aradayız. Hayata kaldığımız yerden devam ettik elele. Geldik İzmir'e. Eşimin beğendiği evi daha bir kere görüp ben ne oluyor demeye kalmadan ekmek alır gibi aldık. Adam yeni ölümden dönmüş hayır da diyemiyorum. Ne olduğunu anlayamadan çocuğun okulu, evin az çok tadilatı derken taşınıverdik.
Kaldık mı 1 dönüm bahçe içinde hiç alışık olmadığım müstakil hayat içinde böcek korkum ve ben? Hala ara ara tadilatlar devam ediyor, Tlc deki programlar gibi şu an bir evi hele ki küçük bir daireyi çıtır çerez gibi yenileyebilirim, öyle piştim bu işte. Hatta sırada banyolar var, hatta şu eve kapanmalar olmasaydı şu an yıkılmış da yapılıyor olacaklardı.
Böceklere, bahçeciliğe biraz olsun alıştım. Hele ki sokağa çıkılamayan şu günlerde, hele ki ağaçların çiçeklendiği, çiçeklerin renklendiği, meyvelerin çıkmaya başladığı şu günlerde. Bir sürü meyve ağacı ile ilgileniyorum, eksik kiraz var galiba, bu topraklarda iyi büyüyormuş, şimdi onu istiyorum.
Tam bir çiçek delisi oldum. Sukulent bahçesi yapıyorum şimdi. Bir de hobi bahçem var ekip biçiyorum az çok. Çiçek bile çoğaltıyorum. Hatta bahçe yetmedi bir de kış bahçesini dolduruyorum.
Kediş kimilerini yiyor ama pes etmiyorum. Evet kedimiz var artık. Hatta 3 yaşında olacak Alice. Dünyanın en güzel kedisi olduğunu iddia edemem ama en sevgi dolu kedisi olduğunda ısrar edebilirim. Bir ara da Frida geldi bahçeye, 6 aylıkken 20 kiloya varan bir Dogo Argentino, ama büyüdükçe ağaçları kemirip beni yere yıkan bir manyağa dönüştüğü için artık bahçede değil. Ama onu da çok özlüyorum.
Tam bir çiçek delisi oldum. Sukulent bahçesi yapıyorum şimdi. Bir de hobi bahçem var ekip biçiyorum az çok. Çiçek bile çoğaltıyorum. Hatta bahçe yetmedi bir de kış bahçesini dolduruyorum.
Kediş kimilerini yiyor ama pes etmiyorum. Evet kedimiz var artık. Hatta 3 yaşında olacak Alice. Dünyanın en güzel kedisi olduğunu iddia edemem ama en sevgi dolu kedisi olduğunda ısrar edebilirim. Bir ara da Frida geldi bahçeye, 6 aylıkken 20 kiloya varan bir Dogo Argentino, ama büyüdükçe ağaçları kemirip beni yere yıkan bir manyağa dönüştüğü için artık bahçede değil. Ama onu da çok özlüyorum.
Zor mu? Zor. uzaktan davulun sesi hoş geliyor, devamlı iş devamlı bakım istiyor ama neyse ki çalışırken zaman bulamayıp da çok istediğim hemen her şeye ayıracak zamanım da oldu.
Öncelikle çok istediğim seramiğe başladım. Şimdilerde yenilenecek banyomuza lavabo ve karo yapıyorum. Makrome ile birleştirdiğim parçaları da çok seviyorum.
Bir de tiyatro var tabii. Çalışırken son bir senemde amatör bir toplulukla sahne alma şansı buldum. Müthiş bir deneyimdi. Komik Para'da Betty rolündeydim. Bu yıl da Sahne Tozu'na yazıldık seramikten tanışıp çok sevdiğim arkadaşım Banu ile. Tam aman ne güzel, prof bir eğitim alıyoruz derkeeen, yazımın başında da bahsettiğim salgın vurdu bizi.
Sevdiklerimizden ve sevdiğimiz şeylerden uzakta 3. haftadayız.
Haftaya bir ümit...
Dip not: Yazının sonuna kadar okuyanları tebrik ediyorum, ben okuyamayabilirdim :)
Dip sos: Özlemişim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder