Kayıtlar

Temmuz, 2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Pişmaniye

Bazen yaptığım şeyler aptalca geliyor. Korkmayın, yaş aldıkça aptalca olduğunu düşündüğünüz şeyleri daha az yapıyorsunuz ama arada bir oluyor işte. Misal bir konu hakkında idealist ve ateşli konuşmalar yaptıktan sonra pişman oluyorum. Niçin asabileşiyorum ki? Her birimizde o ateş olsa kaç yazar? Sanki bir şey değişiyor. .................. Valla sinirlenmem bir tek bana zarar, dünya dönmeye devam ediyor her türlü pisliğiyle...

Adi

İnsan değil, hayvan değil. Çünkü hayvanlarda bile şefkat olur. Acır, canı acır, kalbi acır, gözyaşı vardır. Oysa şimdi duyduğum haberle, adi birileri suçsuz insanların canını acıttı. Yarın hikayelerini okuyacağız o insanların. Çocukların, anaların, babaların, biraz öncesine kadar hayalleri ve planları olan, ama şimdi var olmayan insanların. Gurur duyuyor musunuz gerçekten de kendinizle?

Canciones antes de una guerra *

* Songs before a war. Pis bir huyum var. Bundan sonra benim için imkansız olan şeylere hayıflanıyorum. Çocuk gibi... Hatta bırakın bundan sonrasını, önünde yıllar olan küçücük bir kız bile olsam ulaşamayacağım şeyleri hayal ederek keşke ben de orada olabilseydim diyorum hala. Maria Pages'i izlediğimde de aynı şey olmuştu. Keşke dedim, keşke ben de o gösterinin bir parçası olsaydım. O kadar tutkuyla, o kadar aşkla dansediyor, o kadar içten söylüyor, öylesine güzel çalıyorlar ki hayıflanmamak imkansız. Her gösterinin sonunda dakikalarca alkışladık. Büyüleyiciydi. Özellikle o kadının sesi, Maria ve benim adını Antonidonna koyduğum, uzaktan Antonio Banderas ve Maradona karışımına benzeyen baş erkek dansçı. Daha önce bir kere ülkemize gelen sanatçı bir daha gelirse, sakın kaçırmayın, siz de dansın bir parçası olun ve hayal kurun...

Şiddetle tavsiye...

Şükür...

Burada roka buldum, çok bahtiyarım !

Daldan dala...

Cold Case, CSI New York, Closer Kaçırmamaya çalışıyorum. Öylesine kaptırıyorum ki kendimi, adeta oradaki polis departmanından veya adli tıptan biriymişçesine. Öyle de uzmanlaştım ki artık, dizinin başlarında daha katili bulabiliyorum. Yada bunun benim ustalaşmamla değil, klişeleşmeleriyle ilgisi var. Ya da bana kolayca bulabildiğim için klişe geliyor. Off ne bileyim. Şu anda sosyal hayatım polisiye diziler,mutfaktaki denemeler, Kerem'e İngilizce öğretme çalışmalarım, yeni yabancı dil derslerim, buradaki bir kaç Türk aile ile kahve için toplanmalarımız ve eksiklerin alışverişi için dışarı çıkmam dışında sıfır. Tabii bunlar o kadar çok zaman alıyor ki şaşıyorum. Burada daimi bir iş istemiyorum çünkü fırsat budukça Türkiye'de olmak istiyorum, buna iki sömestre ve iki aylık yaz tatilleri de dahil. O kadar çok özledim ki herkesi, her şeyi. İlk aylar zor olacak tabii, biliyorum. Gidince hiç oradayken aklıma gelmeyen şeyleri de yiyeceğim. Misal İzmir'de hani içini hazırlar götürür...

Çok dayanamadığımda popoya bir çimdik ?

Resim
Bazen beni delirtiyor. Hani 3. sayfa haberleri var ya böyle oluyor sanırım. Herşeyle inatlaşıyor, biri geldiğinde deli gibi huysuzlaşıyor, bazen hiç bir şeyi paylaşamıyor, beni bile. Bazen bir şeyi öylesine tutturuyor ki, bazen de bir şeyi yaptırana kadar tekrar tekrar söylemiyor mu? Zor bir yaştayız. Üzerine taşınmanın etkilerini de topla. Kolay değil, evinden, okulundan, arkadaşlarından, odasından ve alışkanlıklarından ayrılmak. Feci dayak yiyeceksin diyorum çok sinirlendiğimde. Biliyorum doğru değil. Söylememem lazım ama o kadar çaresiz kalıyorum ki bazen ağzımdan çıkıyor. "Ne yiyeceğim?" Yemediği şeyin tadını nereden bilecek tabii. Atabilir miyim? Atamam. Kıyamam. Üzülürüm. Ona bir şy olduğunda ondan daha çok acır canım. Acımasız biri olsam bile eşimden korkarım bu konuda zaten. Çocuklara şiddet konusunda inanılmaz hassastır, birisinin çocuğuna şiddet uyguladığını duyduğunda öylesine sinirleniyor ki, beni hiç affetmezdi herhalde. Ama lafta işte. Benim de korkutacağımdan ...

Graham Bell sağolsun...

Her ne kadar internetin çıkışı için telefonun icadına şükretmemiz gerekse de ve her ne kadar mailleşmek bazen telefonlaşmaktan, mektup yazmaktan, yada bir dileğimizi göndermek için daha iyi bir yol görünse de, siz siz olun kanmayın. Arada büyük bir fark var. Telefonda samimiyet var. Ses var. Hisler var. Mail attığınızda okunamama, ulaşamama, yada istediğinizi tam anlamıyla aktaramama ihtimali var. Yazmak her zaman konuşmaktan daha kolay gelmiştir bana ama yok, yemezler... Bundan sonra telefondayım daha çok. Bir tek dinlenme ihtimalim var :)

Ağlamak istiyorum

Dinimiz niçin bu kadar kullanılıyor? Niçin yozlaştırılıyor? Niçin cahilleştiriliyoruz? Niçin müslüman ülkeler olarak birleşip ileriye bakacağımıza olduğumuz yerde sayıyor, ve gavur dediklerimiz bilimle, ilimle ilerlerken biz hala hurafelerle geriliyoruz ? Niçin hep gerilerde kalıyoruz? Gerçekten üzülüyorum. Özellikle yurtdoşında yaşayınca insan, her milletten insanla tanışınca buranın gavuru olarak, çok şey duyuyor, görüyor, öğreniyor. Ne demişler, çok okuyan değil, çok gezen bilir. Olsun okuyalım yine de... Bir kadınla tanıştım kocası Arabistan'la iş yapan. Bilmiyordum ben de. Misal bizimkiler Malezya İran olur muyuz derken kadının aslında Arabistan'da sıfır olduğunu bilmiyordum. Kocasının izni olmadan bırakın yurtdışına çıkmayı kapının önüne çıkamayacağını, perdeyi açsa ahlak polisinin uyarısını aldığını, araba kullanamadığını bilmiyordum. Adamların 4 eş alabileceğini biliyordum da, adamın boşadığı karısının hakkı hukuku dahi olmadığını bilmiyordum. Adamın istediğinde boşana...

Bu mudur? Budur...

10 yıl önce hayallerimle ideallerim arasında hayli iddialı dolaşıyordum. 5 yıl önce hayatımda istediğim pek çok şeye ulaşabilmiş, bir çoğunun da rüya olarak kalacağını idrak edebilmiştim. Yaptığımız en ufacık seçimlerin bile hayatımızda ne büyük değişimler yapacağını öğrenmiştim. Şimdi durduğum yer belki hayallerimin, belki seçimlerimin, belki de yazgının beni getirdiği yer kim bilir? Bildiğim şu ki, insanın her geçen yılla, her geçen yaşla hayattan beklenti ve isteklerinin çok değiştiği. Belki doyuyoruz, belki bıkıyoruz, belki de o olgunluk dedikleri şey yapışıyor üzerimize. Bize kendimizi hatırlatan 10 yaş küçüklere bakıp, hafifçe gülümsüyoruz ne çok şey öğrendiğimizi görerek onların gözlerinde. Hayallerinin peşinden koşamayacak kadar yaşlı, hayattan herşeyden çok sağlık ve huzur isteyemeyecek kadar gencim belki, ama durum budur...

Merhaba

Efenim merhaba sadece size değil. Evimizde gördüğüm ilk karafatma teyzeye de. Eski bir muhit, eski evler, sıcak bir yer olması malum ama evimizde? Şöyle ki ben evi ilaçlata ilaçlaya, kolarklarla sile sile bir hal olurken, bir buçuk ayda sadece bir sinek görmüşken evde, dün gece yatmadan önce mutfağa gittiğimde onunla karşılaştım. Zaten o saate kadar uyuyamamış olan eşimi yeni uykuya dalarken uyandırınca pek hoş karşılamasa da sinir krizi geçireceğimden korkmuş olmalı ki kalktı. Kaçan böceği bir şekilde buldu ve halletti. Ancak benim korkularımı kim halledecek? Mutfak penceresinin tellerinde problem var, tam oturmuyor, oradan girmiş olmalı, tüh ya niçin açık bırakıp içeri gittim, başka delik de yok ki gireceği diyerek ve sabaha kadar huylanıp kaşınarak geçti gece. Sabahın köründe mutfak ilaçlı olduğu için kırklandı, şimdi biraz rahat, ama hala biraz endişeliyim. Şu böcük korkumu bir yenebilsem !!! Dip sos: Durup duruken böceklerden korkmadım tabii, 4 yaşlarınayken havaleye doğru yüksek ...

Kaşif oğluş...

Dünyayı keşfetmeye çıkıyoruz. Tabii ki hayvanları öğrendi. Ne nerede yaşar, nasıl ses çıkarır, ne yer ne içer, onları az çok biliyor. Benim bahsettiğim başka. Artık bambaşka kavramlar var merak ettiği. Zaten gece olmasından hiç haz etmeyen oğlumda özellikle bilgisayarımda yer alan Google Earth programını gördükten sonra başladı sorular: - Anne, dünyada gece olmayan yer var mı? - Yok bir tanem. Dünya yusyuvarlak, top gibi. Ve yavaş yavaş dönüyor.Bizim olduğumuz yer güneşe dönünce gündüz oluyor, arkasını dönünce gece. Anlamasını beklemiyorum tabii. Ama o, hmmm şimdi anladım diyor. Nerden öğrendi bunu bilmem, bir şey öğrendi mi, hmmm şimdi anladım diyor, sanki daha önce anlatmışım da anlamamış gibi. Ertesi gün yemeğini bırakma, dünyada bir sürü yemeği olmayan çocuk var, yemezsen Allah baba kızar dediğim zaman, dönüp soruyor: - Bizi Allah baba mı yaptı? - Evet aşkım. - Her şeyi mi? - Evet. - Bizi ne ile yaptı? Onu mu kastettiğini bilmiyorum ama cevap veriyorum: - Etten ve kemikten yaptı. B...

Annem duysa gözleri yaşarır.

25 yaşına kadar doğru dürüst yemek yapmamış, 30 unda çocuk doğurana kadar çorbayı, kurabiye ve kek tariflerini bir çeviriden bile zor bulan, ve bunları yapanları hayranlıkla nasıl yapıyorlar diye inceleyen ben, şimdi bir kaç saat içinde yemekli misafire hazır duruma geliyor, yeni tarifler uydurabiliyor, ya da oğlum kurabiye istedi diye iki dakikada yoğuruyorum. İşin komik tarafı, alt kat komşum yemek yapmasını bilmiyor ve şimdi o beni hayranlıkla süzüyor. Vay be !

Teknoloji mi, Tek NO loji mi?

Resim
Bizim doğduğumuz zamanlarda anne babalarımızda bitmek bilmeyen bir heyecan olurmuş. Kız mı olacak erkek mi? Karnım çok büyük yoksa ikiz mi? Sağlıklı olabilecek mi? Yoksa çok mu iri? Şimdilerde hiçbir şeyi şansa bırakmıyoruz. Bir kadın hamile kaldıktan sonra her ay doktorunu kontrol ediyor, her kontrolde ultrasonla kontrol yapılıyor, tansiyon ölçülüyor, yeni yeni testlerin yazılı olduğu kağıtlar eline tutuşturuluyor. Şeker, kan, demir değerlerinin yanı sıra, bebeğe bile bir çok test uygulanabiliyor eğer gerekirse. Kız mı erkek mi, doğmadan aylar önce öğreniyoruz. Allah korusun herhangi bir anormallik, yada doğduğunda yapılması gereken herhangi bir müdahale olasılığı aylar önceden biliniyor. Teknoloji bize eksiden çok artı getiriyor bu bir gerçek. Ama sınırları ne? O kadar hızla ilerliyor ki, bazen ucundan yakalayamadığımızı hissediyorum. Biz daha ultrason fotoğraflarını mail atmaya yeni başlamışken, renkli ultrasonlar çıktı. Şimdi de Echographic 4D image dedikleri görüntülenme hakkında ...

Asansör kabusu...

Stephen King okur musunuz? Bir kitabı vardı. Arabalar kendi kendilerine hareket ederek insanları kovalıyordu. Başlarına bela oluyorlardı. Öldürüyorlardı. Şimdi bu ne saçmalık olur mu öyle şey demeyin. Oluyor. Yani ben bizim asansörün böyle hain bir ruha sahip olduğunu düşünüyorum. Hin bir şey. Kolluyor. Boş anını kolluyor. Tamir edildikten sonra bir yada iki hafta gayet düzgün çalışıyor. Tamam diyorsun artık düzeldi. Eşe dosta haber veriyorsun. Tamamdır gönül rahatlığıyla binebilirsiniz. İkide bir bozulan asansörden korkan oğluşa bir şey olmaz diyorsun. Basıyorsun düğmeye geliyor, basıyorsun gidiyor. İyi hoş. Ama yokluyor arada. Basıyorsun beşe, kapılar kapanıyor. Ama çıkmıyor yukarı. Kapı da açılmıyor. Taa ki ışıklar kapanana kadar. Karanlıkla birlikte yükleniyorsun kapıya bir hışım. Atıyorsun kendini dışarıya. Merdivenden çıkalım bari diyorsun korktuğunu oğluşa çaktırmadan. Ama o biliyor korktuğunu. Kıs kıs gülüyor arkandan. Bizim apartman altı katlı. 3 daire var. Her biri dubleks, e...

Bastonla kafalarına kafalarına...

Sabah en sevdiğim şey oğluş daha kalkmadan gaze, kahvaltı bile etmeden, hatta daha yüzümü yıkamadan bilgisayarı açmak. E eskidi bilgisayar, yavaş açılıyor, gören de tipinden bir şey zanneder. O açılana kadar yüzümü yıkayıp çayımı koyuyorum. Sonra tüm gazeteleri, köşe yazarlarını okumaya başlıyorum. Tüm moral bozucu haberlerden sonra gülümsemek için, tabii ki ağlanacak halimiza, açıp Bekir Coşkun ve Yılmaz Özdil'i okuyorum. Emin Çölaşan'ı çok özledim, yazılarında gülmek mümkün olmuyordu, cidden ağlıyordum ya yine de kesmiyor beni diğer taraftaki yazıları. Neyse demem o ki bugün her iki yazarın da yazılarını mutlaka okuyun. Hele şu kısma bayıldım: ... Ancak Paşa’nın silahı baston şeklinde. O zaman iş değişiyor. Yani, asıl darbe silahı bastondur belki. Böylece baston ile darbe ilk kez bu memlekette yapılmış olacaktı. Belki de Paşa topal numarası yapacaktı. Bir ihtimal topal taklidi yaparak yanaşacaktı iktidardakilere, sonra bastonla kafalarına kafalarına... ... Canlandırabiliyor ...

Pirinç gibi ayıklanıyoruz evelallah.

İş yerinde kılık kıyafeti doğru düzgün adam isterim demeye getirdi Koç. Sakallı adam çalıştırmam dedi. Jean, mini etek istemem. Gündemi değiştirivermek için belki de. Yanlış anlayıverdiler. Eksik dinlediler. Jean ve mini eteği duymazdan gelip bıyığın sakalın hakkını korudular. Sakallı çalıştırmayan ayrımcıdır dediler. Jean ve mini etekli çalıştırmayan? Ayrımcı değil. Tıpkı bir çok özel okul ve hastanede başı açık kadınları işe almadıklarında haklarını savunan olmadığı gibi. Ama başı kapalı diye alınmazsa? Ayrımcılık var. Tıpkı geçtiğimiz yıl köpürüde balık tutarken eteği havalandığı için için hayasız bulunarak göz altına alınan kadın gibi. Onun hakkını kim koruyacak? Evet ayrımcılık var. Ama nerede?

Ef ile püf bir gün...

Ha ha haaaa ! Davanın korkusundan adamın cenazesine gitmemeleri gibi davayı eleştirdim diye buraya da yorumlar gelmiyor galiba artık. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın mı? Bugünkü Bekir Coşkun yazısını okumanızı öneririm. Ben de sileyim o yazıları. Eften püften konuşacağım artık. Püfff...

Sitem...

Tam bir şeye sevinirken, daha coşkusunu hissetmeye yeni başlamışken, tam içten bir kahkaha atarken, bir haber duyuyor insan içini acıtan. Hayat nanik yapıyor. Dalga geçiyor. Gülüyor. Hain...

Şaşkın Atatürk'çüden şaşkın şiir...

Sevebilirim, hem de nasıl, dile benden ne dilersen, canımı, gözlerimi Kızabilirim, ağzım köpürmez, ama devenin öfkesi haltetmiş benimkinin yanında, devenin öfkesi, kinciliği değil. Anlayabilirim çoğu kere burnumla, yani en karanlığın, en uzaktakinin bile kokusunu alarak ve döğüşebilirim, doğru bulduğum, haklı bulduğum, güzel bulduğum herşey için, herkes için, yaşım başım buna engel değil, ama gel gör ki çoktan unuttum şaşıp kalmayı. Şaşkınlık, alabildiğine yuvarlak açık ve alabildiğine genç gözleriyle bırakıp gitti beni. Yazık. Nazım Hikmet