Kayıtlar

Ekim, 2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Teessüf yazısı...

Buruğum biraz. Ülkemden uzak ilk Cumhuriyet bayramı. Oğluşu alıp çıkamadık sokaklara. Bu gün için bir davet var konsolosluğun düzenlediği. İçki içildiği için davete katılmayanlar bile çağırılmışken, benim çağırılmamış olmam çok kırdı beni. Evet, belki bu yeni geldiğimiz için ama terkedilmiş gibi hissettim kendimi. Yeterince Cumhuriyetçi değil miyim ki? :))) Oysa bugün okulda Cumhuriyet bayramımız kutlu olsun dediğimde suratların aldığı ifadeden sonra böyle hissetmemeliyim. Aslında devam edecektim, "Laik ve demokratik nice 85 yıllara daha", diyerek ama o suratlardan bunun onlara fazla geleceğini anlamış oldum. Yutkundum. Zaten gazetedeki haberlerden sonra ne kadar laiğiz, daha kaç yılımız var orası muallak. Baksanıza tacizci dedeyi de çıkarmışlar, adam hala yasalara karşı gelemem ama 14 ün altı üstü, regl olan kızla evlenilir diyor, şikayet de kalkmış üzerinden, ben daha ne diyeyim. Müstahak size memleketli hemcinslerim. Kapanın, sakının, susun, sinin, cahil kalın, aç kalın, k...

Yarın Kırmızı Beyazım...

Bahsedecek çok şey var. Boleyn kızı, oğluşun veli toplantısı, başka bir ülkede yaşamanın öğrettikleri, ilk yoga denemem, ve bir okul etkinliği hakkında. Hepsini tek tek yazacağım, artık erişim var ne de olsa. Ama ondan önce Cumhuriyetimizin bayramı kutlu olsun. Daim olsun. Dileğim şudur ki birliğimiz, beraberliğimiz, kardeşliğimiz kimilerine inat korunsun. Bu özel günle bize özgürlüğümüzü veren Ata'mıza laf eden nankörlere de bir gün daha böyle kapak olsun.:)

Hayat bazen çok can sıkıcı...

Yağmurlar başladı. Can sıkıcı. Uydu yok oldu gitti, televizyonsuz kalmak sıkıcı. Mezuniyetten yıllar sonra defter kalem alıp tekrar okula gitmek sıkıcı. Yeni dili anlayabildiğim halde konuşamamam da sıkıcı. Tüm gün koşturunca arkadaşlarla Msn de görüşememek sıkıcı. Özlemek çok sıkıcı. Eşimin problemlerle boğuştuktan sonra eve geldiğinde suratında olan o , haydi dönelim ülkemize, yeter yorulduğun dedirten ifade sıkıcı. Paramızın değerinin düşmesi sıkıcı. Haberler sıkıcı. Sonra neti açınca gazetelerde okuduğum tüm saçmalıklar sıkıcı. Her şey güllük gülistanlıkmış gibi yazmaları da sıkıcı. Murathan Mungan'ın Kadından Kentleri de sıkıcı. Blogger'a erişimin durması da sıkıcı. Bunu buradaki arkadaşlara anlattığımda gülmeleri de can sıkıcı. Keşke bahsetmeseydim diyerek pişman olmam sıkıcı. Böyle bir şeye pişman olmama sebebiyet verecek kararlar alınan ülkemde, onun adına utanç duymam daha sıkıcı. Sıkıcı...

Neeeeeee?

Blogger'a erişim yasaklandı mı? Şaka mı? Gerçekten mi? Şimdi bu yazdıklarımı Türkiye'den kimse okuyamayacak mı? Ses ses ses ??? Yasaklarla nerelere gelmeyi düşünüyorsunuz beyler? Dünya Youtube konusunda hala bize bir yerleri ile gülüyor, bloglara erşimi de yasaklamaya başlamıştınız, ama ya blogger? Bunca insanın emeği? Olacak iş değil. İran'ın yasaklarından daha beter bir hale geliyor yavaş yavaş. Yarın bunu burada duyduklarında, nasıl izah edeceğimi düşünüyorum. Düşünmek de yasaklanmazsa...

Biz de krizdeyiz...

Sabahları gazeteleri açtığımda çok bozuluyor moralim. Bu işin şakası yok, gerçekten de yok, bir anda yüzde elli fakirleştik. Allaha şükretmeli, en azından gelirimiz var. Ya olmayanlar? Mutlaka sizler de yapmışsınızdır, bir şekilde yardım etmişsinizdir birilerine, hele ki son yıllarda yardıma muhtaç o kadar çok insan çıktı ki ortaya. Kime yetişeceksin? Ya şimdi? Daha da artacak. Sadece o mu? Her krizde olduğu gibi, işsizlik artacak. Açlık artacak. Buna mukabil krizden kaymak yiyecek, kara paracı, üç kağıtçı ve dolandırıcılar artacak. Görgüsüz yeni zenginler artacak. Hırsızlık artacak, gasp artacak, suç oranı artacak. Trilyonları iç eden amcaları affederken baklava çalarken yakalanan çocuklarla hapishanelerin nüfusu artacak. Biz bu filmi daha önce de görmüştük. Son yıllarda daha kolay uyutulduk enflasyon yok diye. Havadan Prozac mı serpiyorlar üzerimize? Bir miskinlik, bir bananecilik, bir suskunluk. Saf tarafım vardır, soyadına aldanmayın, cin düşünemem her zaman, ama şükür salak da de...

Acaba?

Yine koşuşturma başladı. Sabah kalk, kahvaltı, okula atıştırmalık, tuvalet, kıyafet, ağza tıkılanlar, okula götür eve gel, kahvaltı et, kendi okuluna git, çıkışta oğluşu al, eve gel duş aldır, yedir, eve öğretmen gelsin, o gitsin evle ve çocukla ilgilen, ödevini yap, yemek telaşı, falan derken oğluşu yatır ve yığıl... Arada spor, alış veriş ve programlar var, var da var... Bu alışıyorum demek mi, iyi mi oyalanıyorum?

Şanssızlıklar ve potlarım...

Filler ve çimenler gibi afilli bir isim oldu başlıktaki... Garip bir gündü. Öncelikle oryantaldeki eşsiz yeteneklerimi kendime saklayacağım anlaşıldı çünkü ben oradayken bir saat Kerem'e göz kulak olacak arkadaşın İng. kursunun başlayacağını, ve bunun da tam o saate denk geldiğini bugün bizzat onun için sormaya gittiğimde öğrendim. Üzerine bir de Türk kulübünün yabancı dil derslerinin haftaiçi her gün olmak üzere yarın başlayacağını da öğrendim mi? Spor ve dans hayallerim bir gün bile süremeden yatmış oldu. Ancak buna şöyle bir çözüm getirebiliyorum, salı günleri dil okuluna gitmeyeceğim, onun yerine yogaya gideceğim, dersleri de fotokopi ile alacağım. Zaten daha önceden evde ders almaya başladığım için bir kaç ayı rahatça idare ederim. Aslında oğluşun okulunda öğleden sonraları play time açıldı, onu bırakıp da gidebilirim ama onun da bugünlerde tam tersine canı okulda kalmak istemiyor. Olsun, ben de seneye, okul saatleri uzadığında giderim. Hatta saatleri uyarsa bir dil daha var ö...

Sıradan günlerimde ilginç bulduğum abuk subuk şeyler...

Kerem'in doğumgününü kutladık geçenlerde. O gün okumaya başladığı gün ayrıca. Konuşmayı tam çözemeden yarım yamalak harfleri biliyordu ama öğretmediğimden öğrenebileceğini düşünmemiştim. Zaten akıcı okuyamıyor henüz, uğraşmadığımdan hecelemeyi de bilmiyor, bir kaç yerde okumayı öğretmeyin yazıyordu, üzerine düşmüyorum ama durum içler acısı. Çünkü burada ona aldığım bir kaç kitap İngilizce, okuldan da haftalık kütüphane değişimimiz var. Velhasıl şimdi kelimelerin yarısını İng yarısın Türkçe okuyor, ...tık, ne yapacağız bilmiyorum. Geçen gün " Hayır, pantolonumdan dolayı değil, çok yediğim için ağrıyor karnım" diye bir cümle kurdu. "Nihayet " den sonra ikinci bombası oldu. Yakında "Tevekkeli" yi cümle içinde kullanırsa şaşmayacağım. Akıllıbebeğe yazdım, haftaya çıkar, bir de cinsellik konumuz var. Bu arada kız arkadaşı Nil'le evlenmeyeceğini, çünkü onun küçük olduğunu da öğrenmiş oldum kendisinden. Nil büyümeyecek sanki. Zaten o evlenmeyecekmiş, tur...

Yuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuhhhhhh !

Bu rezillikleri gündeme getirip altına imza atacak kadar yüzsüz, arsız, utanmaz olacağınıza, sapıklıklara çanak tutup, kadınları aşağılayacak yeni fikirler arayacağınıza, kurtarmak istediğiniz adamı, daha önce triltonları yiyerek yutan çok zavallı amcayı !!! affettiğiniz gibi affedin sapık amcayı da. Ne de olsa bozacının şahidi şıracı diyerek geçiyoruz, bir şeylere sesimizi çıkaramayacak kadar aptal da bir toplumuz, üstüne de balık hafızalıyız, unutur gideriz... Gerekçeye bak: Cinsellik yaşı 14' e inmişmiş. İlişki yaşını ne yapsak de yükseltsek demiyorlar da, ne de olsa yaş indi, bari suç olmaktan çıksın, isteyen istediği rezilliği yapsın diye çanak tutuyorlar. Evet rezillik ! Bundan sonraki adım ne olacak acaba? Tecavüzü suç olmaktan çıkarmak mı? Hani kadınların sokağa çıkmaması için iyi bir sebep olabilir değil mi ???

Veda, uçuş ve ayı adam

Askerlik arkadaşlığı böyle bir şey olsa gerek. Şaka yollu sürgün arkadaşlığı diyorum ben buna, buraya bir kaç Türk aile geldik ya. Kafaların çok fazla uyuşmasına gerek olmadan, nereden geldiğin, ne yaşta olduğun, ne yaşadığın, gördüğün, bildiğin fark etmeden birlikte zaman geçirmenin, keyif almanın, destek olmanın paylaşmanın, ve yardımlaşmanın tadını alıyor, yeni bir şey daha öğreniyorsun. Belki buraya gelmemiş olmasak tanışmayacağımız, kendi hayatımızın döngüsü içinde görüşemeyeceğimiz, yada belki de anlaşamayacağımız insanlarla bir şeyler paylaşabilmeyi öğrenmek de varmış hayatta. Bunun için de şükretmeli çünkü o kadar çok insan o denli şeyi kaçırıyor hayatta. Öğrenmeden, bilmeden, görmeden. Beş aydan sonra aramızdan biri geri dönüyor. Bir şekilde olmadı, yürümedi, bir şeyler ters gitti. Uçağı kaçırdığımızda birlikte ağladığım arkadaşımıza güle güle diyoruz. O gidiyor, biz kalıyoruz. Biz de bir gün dönerken onun gibi iyi mi yapıyorum, kötü mü diye düşünür müyüz bilmiyorum ama annean...

İyi ki doğdun !

Resim
İyi ki doğdun oğlum. İyi ki büyüttün beni. İyi ki yeşerttin...

Masumiyet Müzesi

Resim
Sanırım kitapla ilgili şunu yazabilirim: Doğduğum ve ilk yaşlarımı geçirdiğim yılların hiç hatırlayamadığım İstanbul'unda yaşanan belki de tek taraflı bir aşkın günümüze kadar uzanan, kimi sayfalarda eski Türk filmlerini anımsatan yer yer heyecanlı, ama çoğunlukla insanı kitabın ana karakterinin yaşadığı acı ve - veya aşk ile sarıp sarmalayıp sıkan, bildik konusunun içinde çok farklı bir dille anlatılan, en çok da birinci tekil şahısın ağzından anlatılmasını sevdiğim roman, bize Orhan Pamuk'un daha önceki romanlarından göndermeler yaparak, yine eski Beyoğlu ve Nişantaşı'nı göremediğimiz, o yıllarda ilk gençliğimizi , yaşamadığımız o havayı koklayamadığımız ve muhtemelen bu sebeple romanı okurken bir yanımızın eksik kaldığını hissettirerek hayıflanmamıza sebep oluyor. Ama ben şunları yazmak istiyorum: İlk yüz sayfa Nasıl bir anlatımdır bu? Bayılıyorum her cümlenin girdiği şekle. He kelimenin özenle seçilmesine. Hikaye de sürüklüyor insanı, daha ne olsun? İkiyüz civarı Cevdet...

Bir problem var...

Normalde ev alışverişini ben yaparım. Normali budur veya değildir, orasını bilmiyorum ama zamanında tüm ödemeleri, arabanın bakımını ve bilimum ailevi işi de ben yapardım da başka ülkedeyiz diye yırtıyorum şimdi. Konu ne normal ne anormale gelirse uzar gider, misal bir kısım arkadaşıma normal gelmeyen hayatımız, şimdi size bahsetsem son derece normal hatta sıradan, çok zorlarsak sıkıcı gelebilir. O konuyu binealeyh yazacağımı not ederek asıl konumuza dönüyorum. Artık oğluş büyüdü ya, arada bir baba oğul çıkmaya başladılar. Eğer benim de evde işim varsa, veya kafamı dinlemek istiyorsam işime geliyor bu. Hatta alışveriş merkezlerine yakınlarsa alınacak eksik şeylerin listesini veriyorum, alıyorlar. Sorun da bu işte. Aslında ben bile bile lades demesem ortada sorun falan da kalmayacak ama her defasında aynı hataya düşüyorum. Sorun şu: Eşim vur dedimi öldürüyor. Misal eve gelirken süt alır mısın diye soruyorum, bakıyorum bir kaç litre almış. Bir kutu meyve suyu al desem, piyasadaki her çeş...

Cahillikler kitabı

Resim
Hayatta hiç bir işime yaramayacak, muhtemelen sadece konusu açıldığında ahkam kesmeme yarayacak, ancak okuması son derece zevkli olan şu kitap bir ihtimal bir gün "Kim 500 milyar ister" e katılırsam falan belki iyi ki de okumuşum dedirtebilir. Buna rağmen şimdiden bu kitabı okumayan pek çok insandan daha çok şey biliyorum, tabii ya, söyleyin bakalım bir balinanın yutabileceği en büyük şey nedir?

İzmir dönüşü

Dönüyoruz... Bir çok arkadaşımla görüşemedim ama bir kaç ay sonra koca bir ay için İstanbul'da olacağım. İzmir'de daha uzun kalınca İzmir'deki bir çok arkadaşımla görüşebildim, ona seviniyorum çok. Haberler döndükten ve kendime geldikten sonra. İyi haber, kararımızı verdik, buradaki evimizi İzmir'e taşıyacağız bir dahaki yaz. Ne de olsa İstanbul'da annemin evinde de kalabiliriz. Üzülmeyin İstanbul ahalisi, bir orada bir İzmir'de olacağım, söylenmeyin taşınıyorum diye, o kadar mutluyum ki. Evi yenilemek, bu eski semte taşınmak, aile ve akrabalara çok daha yakın olmak, bir de tabii Çeşme'ye daha yakın olmak iyi gelecek bana. Evi yenileyecek olmak başka heyecan tabii. Bir de burada bir pazar var ki sırf onun için taşınılır. Orada bu yeşilliklere o kadar hasretiz ki, dün pazardaki o renk cümbüşünün içinden geçerken taze havuçların kokusunu içime çekerken kendime geldim. Taşındıktan sonra kendime ilk iş ekoseli bir pazar arabası alacağım, içimde uktedir :)