Macera mı arıyorsunuz? Trafiği ve her gün 3. sayfaları dolduran hikayeleri ile Türkiye'de tam yerindesiniz.
Bir önceki yazımda atraksiyonu bol, maceralı bir seyahat olması için Venezüella gezisinin iyi fikir olduğundan bahsetmiştim. Mutlu, güvenilir ve çoğunlukla evden işe, işten eve halinde geçen, halimden memnun olduğum hafta içlerime babaannemi havaalanından almak gibi basit görünen ama üzerimizden tır geçmiş hissi bırakan bir eylemi iş edindiğimde, seviyorum yahu ben bu ülkeyi, bir heyecan, eşi bulunmaz bir macera kokusu var bu havada diye düşünüyorum. Tabii bu konuda kendine münhasır halacığımın da katkıları kaçınılmaz.
Akşam iş çıkışı ne de olsa uçağın gelişine çok var diyerek eve gittik. Bir şeyler atıştırdık, trafiği göz önüne alarak fazla geç kalmadan yola çıktık. Trafiği göz önüne almıştık ama yasak saatleri biten yarış halindeki tırları ve İstanbul’un işkence alet edevatı yol çalışmalarını değil. Bir ara bir tır biz onu solladıktan sonra coşup sol şeride attı kendini arkasında arabalar kuyruk halindeyken sonuna kadar gaza basıp bize yetişmeye çalıştı ya, sanırım gerçekten üstümüze çıkmak istiyordu.Gerçi bu başka bir yazı konusu. Bir kaç yıl önce gazetelerde okuduğum bir araştırmanın sonucu, geçtiğimiz günlerde de bir dergide konu edilmişti. Araba kullanışının erkeklerin davranış şekillerinden, cinsel tercihlerine, kişiliklerinden psikolojilerine bir çok şeyi ele verdiğinden bahsediyordu. Şu durumda aşırı hız yapan, trafikte zikzak çizen ve beni geçeni ben de geçmeliyim diye deliren erkeklere üzülmemiz gerekiyor ki, hem de bu trafikteki hırçınlıklarını da bir nevi anlamış oluyoruz o araştırmayı okuduktan sonra.
Neyse, kah bekleyerek, kah sıkıştırılarak, tırlarla bir bütün oluşturarak Tem de ilerledikten sonra, insanda bütün İstanbul şehri terk ediyor olmalı hissi uyandıran havaalanı sapağına geldik. Dur kalklarla ve de alnımızın akıyla da atlattığımız bu yoldan sonra nihayet havaalanına ulaştık.
Bu arada hemen her defasında söylendiğimiz gibi ”Yok canım İstanbul’un içinde yaşanmaz artık, ne bu canım rezillik” muhabbeti yaptık, trafiğe saydık sövdük. Eskiden İstanbul’un içinde oturmak zevk verirdi, şimdi herkes dışarı kaçıyor diye eşe dosta hak verdik, içinde oturmaya devam eden arkadaşlara sabır diledik. Biz ne yapacağız acaba diye düşünüp planlar yaptık.
Havaalanına zamanında geldiğimiz için parka hiç girmeden ben babaannemi alıp gelmek için içeri girdim. Eşim arabada bizi beklemeye başladı. İyi de uçak çoktan indiği, ve hatta akın akın bir çok yolcu grubu çıktığı halde, onlar yoktu.
Bu arada uçaktan inenlerin kendilerine ayrılmış bölümden çıkışları üzerine analizler yaparak, bu bantlarla sınırlandırılmış yolun insan psikolojisi üzerinde bir nevi kırmızı halı hissiyatı uyandırıyor olduğuna kanaat getirdim. Ben uçaktan indiğim zamanlarda ya uzun yolun yorgunluğu ile saç baş dağınık kollarım bavul, freeshop torba dolu atıyorum kendimi dışarıya, yada yurtiçi bir seyahatse kucağımda çocuk, çantası, oyuncakları ve bilimum ıvır zıvırla. Yahu bir derli toplu çıkamıyorum şuradan diye düşünüp hayıflandım. Sonra 12 dev adam çıktı, ben de herkes gibi ağzım açık bakakaldım. Evet devler, bayağı dev canım, daha nasıl anlatılır bilmem. Kendimi Güliver gibi hissettim, yoksa onlar mı öyle hissediyor bizlerin yanında bilemem tabii.Neyse bu hengamede halam ve babaannem geldi. Halam bavullarını alıp dış hatlara geçeceği için babaannemi çantasını toparlayıp benim yanıma gönderdi. Uzaktan öpüşüp vedalaştık, babaannemi alıp, polis zoruyla turlayan eşimin gelişi ile arabaya atladık.
Her şey bitti evimize gittik mutlu mesut yemek yedik mi sanıyorsunuz. Yanılıyorsunuz o zaman. Çünkü biz en az 20 dakika havaalanı yuvarlağından çıkamadık. Herkes birbirinin yolunu tıkadığı için o yuvarlak kilitlendi.
Tam atlattık yola çıktık derken, telefon çaldı:
Halam: Aslııııııı (Paniklemiş)
Ben: Ne oldu??? (Daha paniklemiş bir sesle ve aklında çantasını çaldırdı, bavulunu kaybetti gibi bir sürü fikirle)
H: Aslı ya ben biletlerimi annemin çantasında bıraktım.
A: Ne? Hala sen Kanada’ya gidiyorsun, o İstanbul’da. Ne işi var biletlerinin onun çantasında?
H: Ama Aslı unuttum yaaa.
A: Dön aşkım dön.
Halama biz dönüyoruz bekle olduğun yerde diyerek kendimizi ilk sağ sapağa attık. Gel gör ki çift şerit tek gidiş görünen yolda karşıdan arabalar geliyor. İlk yuvarlaktan geri döndük, baktık ki biz de artık ters istikametteyiz. Yol çalışmasındandır diye düşünerek ilerledik. Önümüzde bir araba, arkamızda başka arabalar var. Önümüzdeki araba bir yere sapınca biz karşıdan gelen arabaların karşısında kalakaldık. Allahım kabus gibi. Karşıdan gelenlere işaret verilmemiş, adamlar tepemize çıkacakken kurtarıyoruz. Nasıl yaptık nasıl ettik bilmem, son anda bir tırın altında kalmaktan kurtulup bir yola saptık ve havaalanı yoluna geri döndük.
Adrenalin yükselmişti ama daha çok atraksiyon vardı.
Araba havaalanına varınca adeta bir atletizm kraliçesi gibi koşarak halama biletleri yetiştirdim. Bu arada kafamdan düşen eşarbımı aynaya bakmadan tepemde bağlamış, kafamda uçuşan ipek kulaklar, yanaklar kıpkırmızı, nefes nefese pek şirine olmuş olmalıyım ki ricam üzerine güvenlik görevlileri ben içeri girmeden biletleri halama ilettiler.
Çıkmadan halamı sorguya çektim:
Pasaport? Burada. Para? Burada. Telefon? O da burada.
Polisler bu tavşan kulaklı kızla ondan daha deli görünen halasının uzaktan birbirlerine öpücük gönderip bitmeyen vedalaşmalarını film gibi izledikten sonra giriş yolunda şaşkın kalmış bana çıkışı gösterdiler de bu seremoni sona erdi.
Tekrar arabaya koştum, evde olmamız gereken saatte biz hala havaalanındayız, eşim iyice yorulmuş, direksiyona sen geç dedi.Tabii dedim, tabii canım ben hiç yorulmadım. Ne de olsa heyecan benim göbek adım.
Evet dönüşümüz de tırlarla pek haşır neşir geçti ama onları, biraz uyuklayarak biraz sohbet ederek, yerdeki beyaz çizgileri bir nevi pc oyunuymuş gibi izleyerek, geceyarısı ama sağ salim eve getirmeyi başardım.
Yattığımda yorgun, çok yorgun, çoook yorgundum. Oysa alt tarafı babaannemi havaalanından alacaktım.