Şöyle makyaj malzemelerine deli olan, her daim parfüm kokan, full pedikür manikürlü dolaşan, saçı başı havalı, makyajlı, şık şıkıdım bir kadın olamadım bir türlü.
Hoş olmak için en ufak bir çabam da yok.
Pespaye de değilim. Temiz olmak, kendimi içinde iyi hissedeceğim kıyafetler giymek, ve birbiriyle alakalı şeyler giymek önemlidir benim için.
Parfüm merakım da var biraz, ama baştan aşağı her daim parfüm kokusu yayanlardan değilim, sabah evden çıkarken kullanırım sadece.
Makyaj desen, benim için renksiz suratımla milleti korkutmamak için bir allık ve kendimi çok iyi hissediyorsam bir parlatıcıdan ibarettir. Bir yere gidiyorsam rimelim de var hani. Onun dışında zaman içinde eş dost hediyesi ve tavsiyesi ile çoğalan malzemelerim konu mankeni olarak masamda duruyor.
Bana kalırsa makyajlı olmak suratıma maske takmış olmakla eşdeğer ne yazık ki. Bir an önce eve gidip nasıl lenslerimi çıkarmak istiyorsam suratımdaki tabakadan da o kadar çabuk kurtulmak istiyorum.
Saçlarıma gelince, çok uzadılar ama o da eşim hoşlandığı için. Bana kalsa kısacık bir twiggy saçı yeter de artar bile. Çizgili tşirtlerimden birini ve eşofman altımı giydiğim gibi kendimi sokağa atabilirim.
Uzun saç ise bakım istiyor, fön istiyor, şekil şemal, toka, bant püsür, istiyor da istiyor.
Öncelikle de boya istiyor.
Boya ise benim için bir zulüm.
-Günaydın.
-Günaaaydııın.
-Boya için geldim. Bir de içine renk atmanızı istiyorum bu sefer. Ama çok ince ve sık olsun ki doğal görünsün.
-Olur.
-Ne kadar sürer?
-Boya 1 saat, diğeri de 1,5 saat 2,5 saatte çıkarsınız.
-Hmm ok.
Ve boya başlar. Ancak son zamanlarda saçım pek uzadığından bu boya pek de kısa sürmez. Organik boya yaptırmanın bir de makinede beklenen süresi vardır ki sonlarına doğru yanmaya başlayan kulaklarla kurtlanmış gibi koltukta bir sağa bir sola sallanmaya başlanır. Makine durduktan sonra bile bir süre kuaför bey bana yanaşmaz ki ben bunu makinanın sıcaklığına değil, benim yüz ifademe bağlarım.
Saçlar yıkanır, kurutulur ancak bu sırada çoktan 1,5 saat geçmiş, okunacak gazeteler bitmiş, sehpalarındaki saç modelleri dolu dergilere bile birkaç kez bakılmıştır.
Sonra hala adının röfle mi, balyaj mı yoksa gölge mi olduğunu bilmediğim o renk verme işlemine geçmek üzere başımın tepesine kuaför ve yardımcıları toplanır. Kuaför boya sürer ve başıma o mutfakta kullandığımız aliminyum folyolardan takar, biri kuaföre firkete ve folyo verir, biri de boya kaçmasın diye sanırım boya tasının başında bekler. Ancak bir süre sonra saçımın uzun olduğu kadar ince ve sık olduğu fark edilir ve boya sürenlerin sayısı ikiye çıkar. Sağdan soldan çekiştirilen saçımın acısı ile şekilden şekle giren yüzümü bir süre sonra folyolar kaplar. Bu arada ister istemez son dedikoduları dinlerim. Çığlık atmak üzere kapıdan kaçtığımı hayal ederken nihayet işlem biter.
Ama daha herşey bitmemiştir.
Saçlar daha yıkanacak, orada cilası hazırlanacak, ve bütün çalışanlar bu işlemi görüp öğrenmek için başıma toplanacaktır. Kendimi üniversite hastanesinde profun yanında dolaşan tıpçıların gözlerini diktiği kobay hastalara benzetirim. Rahatsızlık verici bir durumdur zira en son doğumda başımda toplanan ve doktorum, anestezi uzmanı, hemşire ve ebe hanımların bana bakan gözleri sonrasında çektiğim acıyı hatırlatır.
Karanlıkta bir ses duyarım, doktorumun sesi bu!
-Doktor bey noolur …
-Ne oldu kızım?
-Noolur çok acıyoooor…
-Bir ağrı kesici daha yaparsam hiç uyanamazsın kızım.
-Noolur… Zzzzzz….
İşte böyle kadın olmak zordur, ve bana kalırsa kuaför salonlarının da doğumhanelerden pek bir farkı yoktur.
Velhasıl kuaför salonları büyük Türk düşünürü Reha Muhtar’ın literatürümüze armağanını aklıma getirir.
Acı var mı acı?
Not: Eşimle tanıştığımda en süslü püslü dönemlerimdeydim, o ise bir rockcı olarak siyah yada beyaz bir tşirt ve kottan oluşan gardrobu ile benimle tezat oluşturuyordu. Yıllar geçtikçe birbirimizi kendimize benzettiğimizi gördükçe şaşırıyorum. Şimdi ne o eskisi gibi ne de ben.
Dip not: Kuaförden hayatının 4,5 saatini o koltukta oturarak nefile geçirmiş olarak çıkan ancak bunun acısını saçınını beğenilmesi ile unutan Aslı yazdı.Bizzat deneyimlemiştir. Aynen bu satırları yazarken arkadaşımın B.S. dan aldığı kaş boyasını denediğim gibi. Kokoş gördüm kendimi.
Hoş olmak için en ufak bir çabam da yok.
Pespaye de değilim. Temiz olmak, kendimi içinde iyi hissedeceğim kıyafetler giymek, ve birbiriyle alakalı şeyler giymek önemlidir benim için.
Parfüm merakım da var biraz, ama baştan aşağı her daim parfüm kokusu yayanlardan değilim, sabah evden çıkarken kullanırım sadece.
Makyaj desen, benim için renksiz suratımla milleti korkutmamak için bir allık ve kendimi çok iyi hissediyorsam bir parlatıcıdan ibarettir. Bir yere gidiyorsam rimelim de var hani. Onun dışında zaman içinde eş dost hediyesi ve tavsiyesi ile çoğalan malzemelerim konu mankeni olarak masamda duruyor.
Bana kalırsa makyajlı olmak suratıma maske takmış olmakla eşdeğer ne yazık ki. Bir an önce eve gidip nasıl lenslerimi çıkarmak istiyorsam suratımdaki tabakadan da o kadar çabuk kurtulmak istiyorum.
Saçlarıma gelince, çok uzadılar ama o da eşim hoşlandığı için. Bana kalsa kısacık bir twiggy saçı yeter de artar bile. Çizgili tşirtlerimden birini ve eşofman altımı giydiğim gibi kendimi sokağa atabilirim.
Uzun saç ise bakım istiyor, fön istiyor, şekil şemal, toka, bant püsür, istiyor da istiyor.
Öncelikle de boya istiyor.
Boya ise benim için bir zulüm.
-Günaydın.
-Günaaaydııın.
-Boya için geldim. Bir de içine renk atmanızı istiyorum bu sefer. Ama çok ince ve sık olsun ki doğal görünsün.
-Olur.
-Ne kadar sürer?
-Boya 1 saat, diğeri de 1,5 saat 2,5 saatte çıkarsınız.
-Hmm ok.
Ve boya başlar. Ancak son zamanlarda saçım pek uzadığından bu boya pek de kısa sürmez. Organik boya yaptırmanın bir de makinede beklenen süresi vardır ki sonlarına doğru yanmaya başlayan kulaklarla kurtlanmış gibi koltukta bir sağa bir sola sallanmaya başlanır. Makine durduktan sonra bile bir süre kuaför bey bana yanaşmaz ki ben bunu makinanın sıcaklığına değil, benim yüz ifademe bağlarım.
Saçlar yıkanır, kurutulur ancak bu sırada çoktan 1,5 saat geçmiş, okunacak gazeteler bitmiş, sehpalarındaki saç modelleri dolu dergilere bile birkaç kez bakılmıştır.
Sonra hala adının röfle mi, balyaj mı yoksa gölge mi olduğunu bilmediğim o renk verme işlemine geçmek üzere başımın tepesine kuaför ve yardımcıları toplanır. Kuaför boya sürer ve başıma o mutfakta kullandığımız aliminyum folyolardan takar, biri kuaföre firkete ve folyo verir, biri de boya kaçmasın diye sanırım boya tasının başında bekler. Ancak bir süre sonra saçımın uzun olduğu kadar ince ve sık olduğu fark edilir ve boya sürenlerin sayısı ikiye çıkar. Sağdan soldan çekiştirilen saçımın acısı ile şekilden şekle giren yüzümü bir süre sonra folyolar kaplar. Bu arada ister istemez son dedikoduları dinlerim. Çığlık atmak üzere kapıdan kaçtığımı hayal ederken nihayet işlem biter.
Ama daha herşey bitmemiştir.
Saçlar daha yıkanacak, orada cilası hazırlanacak, ve bütün çalışanlar bu işlemi görüp öğrenmek için başıma toplanacaktır. Kendimi üniversite hastanesinde profun yanında dolaşan tıpçıların gözlerini diktiği kobay hastalara benzetirim. Rahatsızlık verici bir durumdur zira en son doğumda başımda toplanan ve doktorum, anestezi uzmanı, hemşire ve ebe hanımların bana bakan gözleri sonrasında çektiğim acıyı hatırlatır.
Karanlıkta bir ses duyarım, doktorumun sesi bu!
-Doktor bey noolur …
-Ne oldu kızım?
-Noolur çok acıyoooor…
-Bir ağrı kesici daha yaparsam hiç uyanamazsın kızım.
-Noolur… Zzzzzz….
İşte böyle kadın olmak zordur, ve bana kalırsa kuaför salonlarının da doğumhanelerden pek bir farkı yoktur.
Velhasıl kuaför salonları büyük Türk düşünürü Reha Muhtar’ın literatürümüze armağanını aklıma getirir.
Acı var mı acı?
Not: Eşimle tanıştığımda en süslü püslü dönemlerimdeydim, o ise bir rockcı olarak siyah yada beyaz bir tşirt ve kottan oluşan gardrobu ile benimle tezat oluşturuyordu. Yıllar geçtikçe birbirimizi kendimize benzettiğimizi gördükçe şaşırıyorum. Şimdi ne o eskisi gibi ne de ben.
Dip not: Kuaförden hayatının 4,5 saatini o koltukta oturarak nefile geçirmiş olarak çıkan ancak bunun acısını saçınını beğenilmesi ile unutan Aslı yazdı.Bizzat deneyimlemiştir. Aynen bu satırları yazarken arkadaşımın B.S. dan aldığı kaş boyasını denediğim gibi. Kokoş gördüm kendimi.
Alakasız son not: Artık daha dikkatli yiyeceğim dediğim günün gecesinde yatmadan önce atıştırdığım şeyin Maraş dondurmalı antep fıstıklı sarma olması tamamen bunu alıp getiren Çiko’nun suçudur. Nefsim tahrik edilmiştir.
En dip not: Saçlarımın son hali. Arkadaşlarım yeteri kadar açmamışsın rengini derken, eşim çok sarı olmuş dedi,bense insanın saçını fotoğraflamasının ne zor olduğunun şaşkınlığı içinde henüz bir şey anlamadım, bir sonraki kuaför macerama elimde bu delille gideceğim için pek gerekliydi ama bir dahaki sefere civciv sarısı olsa bile fotoğrafını çekemeyeceğim, merak edenler buyursun gelsin ve görsün iineciğim.