Mayıs 16, 2007

Stockholm sendromu, yada İsveç şurubu...

Geçtiğimiz hafta Avrupa Yakasında, İzzet’le Makbule arasında geçen diyaloglar çok güldürmüştü beni.

Aralarında bir çekim oluşunca,

“Yoksa bu Stockholm sendromu mu?

diye soran İzzet’e bir süre sonra,

“Hayır bana aşkı sen öğrettin, dediğin gibi İsveç şurubu değil bu”

diye cevap vermişti.

Biraz önce İngiltere Marie Claire’in mayıs sayısında, kaçırılma öykülerini özetleyen bir makale okudum. Türkçe baskısında var mı bilmiyorum ama anlatılanlar çok ilginçti.

Bir çok kaçırılma haberinin kahramanlarının açıklamalarına yer verilmiş. Bir çoğu çocuk yaşta kaçırılmış olsa bile hemen hepsi de ellerinde fırsat varken kendilerini kaçıran kişilerden kaçmamışlar. Kendilerini kaçıranlardan her ne kadar korksalar ve nefret etseler de, onlara bir o kadar da bağlılarmış. Tabii kimileri literatüre Stockholm sendromu olarak geçen bu bağlılığı kabul ediyor, kimi kabul etmiyor.

Ama uzmanların da birleştiği bir ortak nokta vardı ki, o da, sizi kaçıran kişi veya kişiler size ne kadar acı verirse versin, bir süre sonra şartlandığınız, onların sözünü emir olarak algılayıp, korku, nefret ve size hükmettikleri güçle onlara bağlanmanızdı. Sizin yerinize düşünmelerini kabullenmeniz, ancak onlar söylediğinde bir şey yapabileceğinize inanmanız, ve o insanlara alışmanızın adı sendrom olsun yada olmasın, bu neredeyse tüm kaçırılma olaylarında bu şekilde yaşanıyordu.

Bu sendromla anılan isimlerin bir çoğunun küçük yaşlarda kaçırılması da düşündürücü ancak, daha ileri yaşlarda kaçırılanların yada sendroma adını veren olaydaki gibi rehin alınanların da kurtulabilmenin yolunu itaat göstermeleri olarak kabullenmeleri ve alıştıkça sempati duymaları ile, bunun yaşla alakalı olmadığı ortaya çıkıyor.

Şurada konuyla ilgili detaylı bilgi var, ne yazık ki Türkçesi yok, ama bu sayfada dergide de bahsedilen bir çok ismin hikayesi de özetlenmiş.

Bu makaleyi, özellikle de Patty Hearst’ın kikayesini okuduktan sonra, insanoğlunun bu karmaşık yapımız içinde aslında ne kadar da basit dürtülere sahip olduğunu fark ettim. Bir yere kapadığımız köpeğimizin, bizim komutlarımızla bize itaatini olağan olarak nitelendirip memnuniyetle karşılasak, ne de olsa içgüdülerinde var bu, desek de, sanırım aynı şey başımıza gelse, onlardan çok daha kolayca uyum sağlayabiliriz birilerinin bize emir vermesine.

Zira yapmadığımız şey değil.

Milyonlarcamız, hem de kaçırılmadan tıpış tıpış yürüyerek gittiğimiz ofislerimizde para için emir alıp itaat etmekteyiz, pek bir farkı yok gibi.

Şaka bir yana, Anadolu’da Ortadoğu’da yada uzaklarda bir çok insan kaçırılarak aynı Patty’nin hikayesindeki gibi beyinleri yıkanmış eylemlere hazırlanıyor.

Dünyanın bir çok yerinde çocuklar ticaret için kaçırılıyor ve bir daha kendilerinden haber alınamıyor.

Kızlar rızaları dışında adı everme olsa da bir nevi babasının rızasıyla kaçırılıp, aynen sendromda bahsedildiği gibi kocasına, kocasının ailesine hatta aşiretine itaat etmesi, kendi benliğinden çıkması, hatta mümkünse var olmaması isteniyor.

Son günlerde basında yer alan haberlerden biri de bir küçük kızın kaçırılması ile ilgili. Belki de bu ve bunun gibi haberlerden sonra elini sıkıca tutuyorum çocuğumun,gözümün önünden ayırmıyorum, bir an olsun kafamı bir yana çeviremiyorum o varken. Al sana bir sendrom daha!

Son zamanlarda İran’dan gelen haberler de buna benziyor. Belki ortada kaçıran veya kaçırılan yok ama gidişat gösteriyor ki aklını kaçıran çok olacak. Zorlamalar inançların ve hatta hurafelerin ötesine geçip, kendilerini ilahlaştıranların zevklerine tabii bir yaşam alanı yaratmaya yönelik gibi. Ve insanlar kadın veya erkek bastırılmaya devam ettikçe, korkarım bu yaşam biçimini kabullenenlerin sayısı çoğalacak, ve onlar için yaşamak her zamankinden daha zor olmaya başlayacak.

Mitinglerde laiklik için yürüyenlere onlar diyerek, bizlerle kimi ve ne gibi fikirleri kastettiklerini anlayamadığım hükümetimiz var oldukça bizler de çok şey kaçıracağız gibi görünüyor ama haydi hayırlısı.

Not: Yine aynı dergide İran’da burun yaptırmanın yemek içmek kadar yaygın olduğunu ve olağan karşılandığını okudum da aklıma geldi, bizlere bunun acaip günah olduğu söylenmemiş miydi? Bu durumda zorla çarşafa sokulan inançlı değilse, ben ne oluyorum?

Dip not. 3 gündür seçim formlarıyla uğraştım ve nihayet bugün bu işi de hallettim. Şimdi sıra iki inatçı keçiden birine mi yoksa bambaşka birine mi oy vereceğim, onun cevabını bulmakta.

Dip sos: Sokaklardaki billboardlara mayo ve bikini reklamı asılmasına İstanbul belediyesi izin vermiyor diye bir haber okudum da bugün, Ohh, içime su serpildi. En azından hala asılsın mı asılmasın mı diye tartıştığımız günler yaşıyoruz, ya bahsi bile geçmeseydi???

Çok Polyanna gördüm kendimi.

İyyyk evet espri

iğrençti.

6 yorum:

New York Muhtari dedi ki...

Bu konu ile ilgili Amerika'da yakin zamanda epey tartismalar oldu, yillar sonra bulunan bir cocuk, evde yalniz kaldigi halde, neden evden kacmadi diye... ve senin bahsettiklerinden uzun uzun bahsedildi.

ayni sekilde olmasa da buna benzer bir konu iceren bir kitap okumustum yillar once "Deep end of the ocean" diye birden o aklima geldi. :-)

Lapis lazuli dedi ki...

Asli,yazdiklarini okurken kafamin icinde konular atlaya atlaya ne aci noktalara gitti bilsen...

Ama cok etkilendigim bir olay var bir sure once okudugum. Hani Semin Babuna`nin, bir annenin cocuklarinin besini de Adnan Hoca`ya kaptirisinin aci oykusu. Inan onun yerine koydum kendimi okurken, icim cok acidi. Beyin yikamanin da boylesi :( Cocuklarimizi boyle bir dunyada nasil koruyacagiz ? Ne kadar biz anne babalari asan seyler olabiliyor.Ne korkutucu :(

Benim Hayatim dedi ki...

Bu beyin yıkama olayı beni de çok korkutuyor. Cano, benden önce değinmiş ama ben de en çok Adnan hocanın yaptıklarından sonra bunu yaşla, eğitimle alakası olmadığını düşünüyorum. Bu adam bu işi ünv.lerde diğer etkisi altına aldığı kişiler aracılığıyla yapıyor. Genelde zengin aile çocukları hepsi birkaç dil bilen pırıl pırıl insanlar daha sonra robota dönüşüp adamın kölesi oluyorlar.

Kendi gözünden kıskandığın yavrun sana iftira atıyor, düşman oluyor. Allah kimseye yaşatmasın böyle bir acıyı. Kimse de buna bir dur demiyor.

Aslı Cin dedi ki...

Nym, doğrudur, biz de basının değindiği kadar takip edebildik Türkiye'den. Beni elini kolunu sallayarak dolaşabildiği halde evine geri dönmemesi çok şaşırttı, yaşı küçük olduğu için tehditle korkutuldu mu, yoksa kafası bulandırılıp kandırıldı mı o hala muamma.

Cano, o haberi okuduğumda ben de çok üzülmüştüm. Düşünsene el bebek gül bebek büyütüp okutup meslek yaptığın çocukların gün gelince ortadan kaybolsunlar, ortaya çıktıklarında da ana babalarına söylenmedik laf bırakmasınlar. Geçenlerde ana babasını bir şeylerle suçluyordu birisi yine.

Mücevher kutusu, bunun eğer bilmediğimiz farklı bir yöntemi yoksa, sadece hayatında boşlukları olan insanların beyinlerinin yıkanabileceğini düşünüyorum. Şimdi gelip bana ne söyleseler hayatımdakilerden vazgeçemem ki. Ama şunu söyleyebilirim ki, sadece o değil, bir çok tarikat ve terör örgütü de insanların beyinlerinin içine giriyor, lisede bahsettiğin hocanın müridi olan iki arkadaşım olmuştu, nasıl değiştiklerini gözlerimle gördüm, o bir şey değil, kapıldıkça, çevrelerindeki arkadaşlarını da gruba sokuyorlardı. Sonra o çok sevdiğim arkadaşım kurtuldu, ama yaşadığı kabusları ve gördüğü halüsünasyonları anlattılar da, bunun sadece inançla olamayacağını düşünüp, işin içinde uyuşturucu başka bir şeyler olduğuna inandım.

Bizim yapabileceğimiz şey herhalde çocuklarımızın hayatlarında sevgisiz boşluklar bırakmamak ve ilgilenmeyi ihmal etmemek olur, tahtaya vur :)

Blog Sahibesi dedi ki...

Yanlış hatırlamıyorsam burda da böyle bir olay yaşanmıştı.Hatta kaçırılan kız adama aşık olmuştu. Ailesi çok tepki göstermişti. Uzun süre gündemden düşmemişti. Tabi dizilerimiz de bu olaydan etkilenip türlü türlü senaryo yazıp halka sunmaya başlamışlardı. Bak şimdi korkmaya başladım. Hırsızlar ve kaçırılmak en korktuğum şeyler Aslıcım. Yaktın beni :)

Aslı Cin dedi ki...

Nuray, aman ha. Zaten yeterince korkarak yaşıyor olduk, umuyorum etkilenmezsin yazdıklarımdan.:)