Aralık 14, 2008

Baş ağrısı, I like to move it ve ağlayan İstanbul...

Yazacak çok şey var ama başım çok ağrıyor, toparlayamıyorum konuları. Bir Asprin C sonrası buluşuruz burada belki. İnternetsiz bir bayram geçirdim bu sefer, insan ölmüyormuş, bilakis iyi geldi gibi. Bolca yemece, aile ve arkadaşlarla görüşmece, annenin kitaplığında ne zamandır duran kitapları karıştırmaca gibi yeni maceralara kucak açtım, hiç sormayın. Çok uyudum, çok dinlendim, çok zap yaptım. İzlemek istediğim filmleri izleyemedim ama oğluşla Madagaskar iki ye gittik o günden beri eski günleri anarak "I layk tu muv it" i söylüyoruz. Dün geceki Disko Kralının 90 lar bölümü de üzerine cila gibi geldi.

Şimdi dışarı bakıyorum camdan. Gri, puslu, soğuk İstanbul'da bu sisli ve kirli hava 3 günlük kömüre el çırpıp sırıtan 3 akıllıların ve onların oyunu garantileyen 3 gün sonramızı düşünmeyen kalantor amcaların suratını güldürdüğünü hatırlatırken, içine s..ılmış İstanbul ağlayarak bakıyor pencereden bana.

Elim kolum bağlı İstanbul.

Sokağa mı çıkayım? Atina mı sandın burayı? AB ülkesi mi? Orada bir can için başlar gösteriler, burada canın değeri yoktur kimsenin gözünde. Bırak hayvan haklarını, çevre kirliliğini, politik hesaplaşmaları yada ekonomik krizi. Haaa, bunlara rağmen Ab adayı sayarız kendimizi, o da ayrı bir komedya.

Neyse burada orantılı güç var, kurbanlık koyun misali sineriz oturduğumuz yere, sesini çıkaran olursa "Ne yani fakir fukarayı da doyurmayacak mıyız " derler sanki sadece seçim zamanı dağıtmıyorlarmış gibi demogoji yaparak. Sanki bizlerin cebinden değil de kendi ceplerinden veriyorlarmış yardımı gibi kasılırlar kaşınarak. O yardım alanlar da sorgulamaz zaten, acaba ben neden yardıma muhtacım diye. Neden işsizim, neden cahilim, yada neden fakirim.

Ya işte böyle İstanbul, hoş geldim ama hoş görmedim seni, rengin daha da bir solmuş görmeyeli.

Şimdi yazmayacaktım ben değil mi?

Hiç yorum yok: