Ağustos 10, 2009

Önce teşekkür etmeliyim. Bu kadar çok insanın kardeşimin hastalığını takip ettiğini bilmiyordum. Onun için gelen her iyi dileğe, onu cennete uğurlayan her söze, her duaya teşekkür ederim. Sonra ona ve anneme hastalığı sırasında destek veren herkese. Arayan soranlara, onu son yolculuğuna uğurlayanlara, benimle telefonda ağlayıp acımı paylaşan can arkadaşlara, yalnız bırakmayan hiç yüzyüze gelmediğimiz halde tüm blog arkadaşlarına.

Aynı acıyı yaşamayanlar anlayamayacaktır bunu, yaşamalarını da dilemem. Ben de annemin acısını anlayamıyorum belki de, hiç bir zaman anlayamamayı da dilerim. Çünkü o acıyı düşünmek bile yaralıyor insanı, bırakın hissetmeyi.

Kendimi oyaladığım zamanlarda, düşünmediğimde, içimde bir buruklukla hayat devam ediyor. Midedeki o yumruk hep orada, ama düşünmediğimde acı hafifliyor. Ama onu, son günleri düşündüğüm her an geri geliyor.

Nasıl ki kalbi ilk durduğunda bile sonu beklediğimiz halde bile bir mucize olacağına inanıyorduk, onu uğurlarken de gittiğine inanmıyordum. Belki de bu sebeple en zoru onu orada bırakıp dönüp gelmek oldu. Çok acımasız geldi o sahne gözüme. Çok acı.

Hala da inanmıyorum. Yok da ne demek?

Bir hafta önce " Keşke bir hafta daha eve çıksak anne" demiş, biraz hava almak istemiş, en çok da çok sevdiği pizzalardan ve hamburgerlerden yiyebilmek.

Şimdi ben nasıl yerim onlardan?

Son günlerinde suyu o kadar severken içemedi. İçebilmek için neler yaptı.

Şimdi yutkunmadan nasıl içerim?

Kedilere dahi bakamıyoruz şimdi. Onu hatırlatıyor bize. O kadar çok severdi ki, annem onun alerjisini düşünerek eve almayı kabul etmedi diye, kendi evine çıkınca on tane kedi almak istiyordu. Ama körünü topalını. Onları kimse alıp bakmıyor, sevmiyor diye.

İstediği hayal ettiği hiç bir şeyi yapamadan gidişini nasıl kabullenebilirim?