Ağustos 28, 2020

İnsan kendini yalnızca insanda tanır...

 

Ne yazacağımı bilmiyorum. 


Aslında biliyorum ama nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Hemen konuya mı girmeliyim yoksa anlatmak istediğimi dolaylı olarak mı anlatmalıyım ?


Peki bunu neden yazma ihtiyacı duyduğumu biliyor muyum? Tabii ki biliyorum. Yazmak istiyorum çünkü yenemediğim, üstesinden gelemediğim lanet olası bir huyum var ki, içimi kemirip duran şeylerin içimde kalmasını istemiyorum. İstiyorum ki bütün dünya duysun, omuz silkse de, dinlerken sıkılsa da, bana ne kardeşim senin saçma sapan dertlerinden dese de herkese anlatmak istiyorum.


Gel gör ki yaş aldıkça, zamanında sevdiğim, değer verdiğim, güvendiğim insanlardan kazandığım hayal kırıklıklarının değer biçilmez tecrübe dersleri sayesinde bir yandan da söylemek istediğim şeyler dilimin ucuna geldiği halde susuyorum. Ağzımın içinde büyüyor kelimeler, zor yutuyorum, mideme oturuyor. Midemin hassas olması da bundandır belki de.


Velhasıl anlatacağım şeyi anlatmadan yine bir sürü laf kalabalığı yaptım. 


Kırıldım bir şeylere. Hayır söylemeyeceğim çünkü aslında saçmasapan bir şeye kırıldım, kızdım. Çok da manası olmayan bir konuda. Boşluğuma geldi galiba. Aslımda uzun zamandır kimseye kırılmamıştım. Bunun sebebi hayatımın her zaman bir instagram foto galerisi gibi mükemmel olmasından değil tabii ki, sebebi uzun zaman önce giydiğim zırhımın sağlamlığı. Kimseden ama hiç kimseden beklentin olmadığı zaman kimseye de kırılmıyorsun işte. Hele ki o zırhı bir ayna gibi parlatırsan her şey yansıyor yüzeyinde,  geri dönüyor. 


Ama bu sefer mevzu başka. Bir çalışmanın karşılığında haksızlığa uğradığını düşünüyorsan yapacak bür şey kalmıyor. O hissi atmak istiyor insan. Ya söyleniyorsun ya da içine çekiliyorsun. Önce söylenmeyi düşündüm ama söylesem ne olacak ? Olan biteni değiştirebilecek miyim? İnsanların fikirlerini etkileyebilecek miyim? Sebeplerini bildiğim bahaneler beni tatmin edecek mi ? Bilakis çocukça bir şikayet gibi gelecek kulağa içimde benim neler hissettiğimi bilemedikleri için. Sonra ? Sonra içime çekildim ama o daha da dert. Kafamın içinde halledene kadar daha da acıtıyor insanın canını.


Ama benim üçüncü bir seçeneğim var. Yazmak. İşte o çok iyi geliyor bana. Buraya belki kimsenin okumayacağı, belki muhattabının ruhunun bile duymayacağı bu yere yazmak iyi geliyor bana. Yazdığım zaman her kelime, hızla dökülen tüm o cümleler bir uyuşturucu ilaç gibi boşaltıyor kafamı, uzun zaman başağrısı çekmişim de bir anda kesilmiş gibi. 


Şimdi yazdım ya, artık bu konuda ne konuşacağım, ne söylenecek, ne de içime atacağım. Bu da bir ders olacak defterimde. Değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenerek ilerleyeceğim. Her şeyin içinde bir hayr, düzenin dengesi olarak bunun bir şans olacağına inanarak unutacağım o kırgınlığı. 


Dünya hassas kalpler için bir cehennemdir demiş Goethe. Daha haklı bir söz duymadım...

2 yorum:

Unknown dedi ki...

Bence bir kez konuşmayı denemelisin. Bazen de insan kendisi kurguluyor, kendi kurduğu bir mahkemede karşı tarafı dinlemeden suçlu ilan ediyor. Belki de karşı tarafın geçerli sebepleri var ya da aslında düşündüklerin gerçek değil. Değerli biriyse senin için ona da kendini savunma hakkını vermek lazım.

Aslı Cin dedi ki...

Aslına bakarsanız bu bir yakınımdan değil, bir çalışmamın değerlendirilmesinden kaynaklandı. Yani sübjektif bir konu gibi ama gel gör ki ben kendime laf anlatamıyorum. Bir tek benimle alakalı değil başka insanlarla alakalı da haksızlık yapıldığını düşünüyorum ve bunu göz ardı edemiyorum. Ama kişisel konularda çok haklısınız. İletişim en iyi problem çözümü...