Cuma günü göz doktoruna gittim, lensleri değiştirme zamanım geldi diye hayıflanırken, o bana bir süre lens takamayacağımı, bazı damlalar kullanmam gerektiğini ve gözlük almam için reçete hazırlayacağını söyledi.
Velhasıl minicik bir gözlüğüm var artık, ama alışkanlı yok ya, şu anda gözümde değil çantamdalar.
Cuma akşamı, eşimin iş yerinden arkadaşlarımıza, çaya davetliydik. Çalışma hayatından sonra evde sıkılan arkadaşımız envai çeşit hamurişi hazırlamıştı. Bunu tahmin ederek pek bir şey yemeden gittiğim halde, pişman olacağım kadar yiyerek, haftasonu başka bir şey yemeyeceğim diye kendimi telkin ettim. Cumartesi akşam üzeri bir başka arkadaşıma soluklanmaya gittiğimde bu sözümü çoktan unutmuştum.
Artık hamur işlerinin ağırlığı ve pişmanlığından mı yoksa gerçekten etrafta hiç bir şey kalmadığından mı bilmem, indirim afişlerini gözüme sokan mağazalara rağmen hiç bir şey beğenemedim. Beğendiğim ama nerede ne zaman giyeceğimi pek bilemediğim bir kaç şeye de indirimde asgari ücret fiyatı ödemek hiç işime gelmedi.
Pazar sabahı harika bir kahvaltı ettik, gazete okuduk, ailece uyuduk, oyun oynadık, akşamüzerine kadar pinekledik. Hava o kadar sıcaktı ki hiç bir yere çıkmak istemedik. Bir ara annemle dondurucuya atılacak şeyleri aldık, taşıdık, istifledik. Akşam üzeri çayına annem de elinde hamur işleri ile gelince ben de artık pes ettim ve bu haftasonunu hamurişi günleri ilan ettim.
Böyle tembel geçen keyifli hafta sonunum akşam üzeri aldığım haberlerle değişti. Önce genç kızlığıma geçişimden beri okuduğum, dergilerini, dergilerdeki fikirlerini takip ettiğim Duygu Asena'nın vefatını duydum. Sonra oğluşu parktan getirdikten sonra Kana'da yapılan katliamı. Bu sabah Hürriyet'in ana sayfasındaki fotoğrafı da görünce, hissettiğim tek şey utanç oldu. Saçmasapan dertlerimden, keyfimden, yediğimden, aldığım nefesten, en çok da dahil olduğum insan ırkından utandım.
Sabah randevum olan doktora gittiğimde bahsettiğim basit rahatsızlığımın, kan alan hemşirenin kaba sabalığının, kolumu fazlasıyla acıtmasının, doktorun ukalalığının, sıcakta hastaneden ayrılırken laf atan adamın önemi yoktu bu gün. Dönüp de hiç kimsenin ağzının payını verme gücünü bulamadım. Hayat o kadar kaba, acımasız, pis, korkunç ve mide bulandırıcı olabiliyor ki, bunu kanıksayan ve bu sıfatları alan insanlara uyum sağlayamadığım için şaşkınım.
Doktorun ukalalığına, hemşirenin kabalığına, laf atan adamın zavallılığına, sıcağa, soğuğa her şeye razıyım ama ne olur kimse küçücük çocuklara zarar verecek kadar vicdansız, umarsız, acımasız olmasın.
Biri bu savaşlara, bu cehalete, bu vurdumduymazlığa son versin.
Yoksa kendi pisliğimizde boğulup gideceğiz.
Fotoğrafın tamamını koyamadım, o kadar korkunç ki. Sanırım o toz toprak arasındaki bedenden sarkan masmavi emzik her şeyi anlatmaya yetiyor.
Velhasıl minicik bir gözlüğüm var artık, ama alışkanlı yok ya, şu anda gözümde değil çantamdalar.
Cuma akşamı, eşimin iş yerinden arkadaşlarımıza, çaya davetliydik. Çalışma hayatından sonra evde sıkılan arkadaşımız envai çeşit hamurişi hazırlamıştı. Bunu tahmin ederek pek bir şey yemeden gittiğim halde, pişman olacağım kadar yiyerek, haftasonu başka bir şey yemeyeceğim diye kendimi telkin ettim. Cumartesi akşam üzeri bir başka arkadaşıma soluklanmaya gittiğimde bu sözümü çoktan unutmuştum.
Artık hamur işlerinin ağırlığı ve pişmanlığından mı yoksa gerçekten etrafta hiç bir şey kalmadığından mı bilmem, indirim afişlerini gözüme sokan mağazalara rağmen hiç bir şey beğenemedim. Beğendiğim ama nerede ne zaman giyeceğimi pek bilemediğim bir kaç şeye de indirimde asgari ücret fiyatı ödemek hiç işime gelmedi.
Pazar sabahı harika bir kahvaltı ettik, gazete okuduk, ailece uyuduk, oyun oynadık, akşamüzerine kadar pinekledik. Hava o kadar sıcaktı ki hiç bir yere çıkmak istemedik. Bir ara annemle dondurucuya atılacak şeyleri aldık, taşıdık, istifledik. Akşam üzeri çayına annem de elinde hamur işleri ile gelince ben de artık pes ettim ve bu haftasonunu hamurişi günleri ilan ettim.
Böyle tembel geçen keyifli hafta sonunum akşam üzeri aldığım haberlerle değişti. Önce genç kızlığıma geçişimden beri okuduğum, dergilerini, dergilerdeki fikirlerini takip ettiğim Duygu Asena'nın vefatını duydum. Sonra oğluşu parktan getirdikten sonra Kana'da yapılan katliamı. Bu sabah Hürriyet'in ana sayfasındaki fotoğrafı da görünce, hissettiğim tek şey utanç oldu. Saçmasapan dertlerimden, keyfimden, yediğimden, aldığım nefesten, en çok da dahil olduğum insan ırkından utandım.
Sabah randevum olan doktora gittiğimde bahsettiğim basit rahatsızlığımın, kan alan hemşirenin kaba sabalığının, kolumu fazlasıyla acıtmasının, doktorun ukalalığının, sıcakta hastaneden ayrılırken laf atan adamın önemi yoktu bu gün. Dönüp de hiç kimsenin ağzının payını verme gücünü bulamadım. Hayat o kadar kaba, acımasız, pis, korkunç ve mide bulandırıcı olabiliyor ki, bunu kanıksayan ve bu sıfatları alan insanlara uyum sağlayamadığım için şaşkınım.
Doktorun ukalalığına, hemşirenin kabalığına, laf atan adamın zavallılığına, sıcağa, soğuğa her şeye razıyım ama ne olur kimse küçücük çocuklara zarar verecek kadar vicdansız, umarsız, acımasız olmasın.
Biri bu savaşlara, bu cehalete, bu vurdumduymazlığa son versin.
Yoksa kendi pisliğimizde boğulup gideceğiz.
Fotoğrafın tamamını koyamadım, o kadar korkunç ki. Sanırım o toz toprak arasındaki bedenden sarkan masmavi emzik her şeyi anlatmaya yetiyor.